', ' öğrenmeye hoşgeldiniz: 11/19/07

19 Kasım 2007 Pazartesi

GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR

GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR




1.1.BÜYÜME :
Bedenin ya da herhangi bir organın "bir durumdan başka bir duruma geçişinde görülen "değişiklikler dizisi" anlamına gelir (Binbaşıoğlu, 1990, s.28).Örneğin, boyun 50 cm'den 55 cm'ye geçişi bir büyüme belirtisidir. Kalp, ciğer ve diğer iç organların büyümesinde de durum aynıdır. Büyüme, gelişimin her yönüyle ilgilidir.



1.2.OLGUNLAŞMA :
Genetik yapı ve çevre etkileşimi sonucu bireylerde görülen biyolojik değişikliklere olgunlaşma denilir (Selçuk, 1996, s.14).Organizma, fizyolojik olarak bir davranışı, bir iş yapabilecek hale geldiğinde, olgunlaşma gerçekleşmiştir. Olgunlaşma, bir "süre"nin geçmesi sonucunda bireyin ya da bir organın, fiziksel güç ve kuvvet bakımlarından, yaşama uyumda belli bir durumu karşılayabilecek (başarı ile bir uyum yapabilecek) bir "düzey"e erişmesidir (Binbaşıoğlu, 1990, s.29).Olgunlaşma, öğrenme için şarttır. Örneğin, ayak ve bacaklarımız yürüme için yetere derecede "olgunlaşmamış" ise, "yürüme" öğrenilemez.Olgunlaşma, bireyin bir işi yapabilecek düzeye ulaşmasıdır. Canlı varlığın daha çok kalıtımdan getirdikleri ile, zorunlu olarak, çevreden kazandıklarının etkileşimi sonucu ortaya çıkar.



1.3.HAZIRBULUNUŞLUK :
Kişinin olgunlaşma ve öğrenme sonucu belli davranışları yapmaya hazır olmasıdır (Selçuk, 1996, s.14). Örneğin, dört işlemi öğrenecek olan bir çocuğun hem dört işlemi kavrayabilecek bir olgunluğa ulaşması, hem de bunun için gerekli olan sayma, toplama, çıkarma vs ile ilgili bilgi ve becerilere sahip olması gerekir. Hazırbulunuşluk, canlı varlığın herhangi bir şeyi öğrenebilecek duruma gelmesini anlatan bir terimdir (Binbaşıoğlu, 1990, s.30).



1.4.GELİŞİM :
Canlı varlığın bütün yaşamı boyunca geçirdiği ileriye ve geriye yönelik bütün değişiklikleri kapsar (Binbaşıoğlu, 1990, s.28).Gelişim; öğrenme, yaşantı ve olgunlaşma sonucunda bireyde görülen düzenli ve sürekli değişiklikler olarak tanımlanabilir (Selçuk, 1996, s.13).

1.4.1.Fiziksel (Bedensel) Gelişim :
Kişinin döllenmeden ölüme kadar geçirdiği, büyüme, durguluk ve çöküş evrelerindeki bütün değişiklikler demektir (Binbaşıoğlu, 1990, s.28).Bedensel gelişim, bebeklerin doğumdaki büyüklükleri ve doğumdan sonraki büyüme hızları, onların genel gelişimleri hakkında bize bilgi verir (Yavuzer, 1996, s.55).
Fiziksel gelişimi içinde kişinin, boy ve ağırlık, iskelet, kas, sinir, bez (iç salgı beleri), sindirim, kan ve solunum sistemleri incelenir.

1.4.2.Sosyal (Toplumsal) Gelişim:
Kişinin doğumdan yetişkinliğe kadar başka insanlarla olan ilişkilerinin ve onlara karşı geliştirdiği ilgi ve duygularının tümüdür (Binbaşıoğlu, 1990, s.165).Toplumsallaşma, kişinin yetişkin çevresinde geçerli olan "norm" ve değer yargılarına bir "davranış geliştirme" sürecidir. Sosyal gelişme; kişinin sosyal uyarıcıya, özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlık geliştirmesi, grubunda ya da kültüründe başkalarıyla geçinebilmesi, onlar gibi davranabilmesidir (Yavuzer, 18996, s.49). Sosyalleşme, en başarılı şekliyle insan organizmasının çaresizlik ve tam bir bencillikle nitelenen bebeklik çağından bağımsız bir yaratıcılıkla nitelenen yetişkinlik dönemine geçmesiyle sonuçlanan bir öğrenme ve öğretme işlemidir. Sosyalleşme, kişinin belirli bir toplumun davranış kalıplarının kişiliğe mal ederek o topluma ait bir kişi durumuna gelmesidir (Selçuk, 1996, s.56).




KURAMSAL AÇIKLAMALAR

2.1.Fiziksel (Bedensel) Gelişim :
Kişinin beden gelişimi içerisinde boy ve ağırlık, iskelet, kas, sinir, bez (iç salgı beleri), sindirim, kan ve solunum sistemleri incelenir (Binbaşıoğlu, 1990, s.65). Kişideki beden gelişimi, bütün bu organ ve sistemlerdeki çalışma ve hacim bakımından sürekli bir değişiklik gösterir. Bütün bu değişikliklerin temeli büyümedir. Bir çocuğun boyu, ağırlığı artmazsa, kasları kuvvetlenmezse, beyni olgunlaşmazsa, iç organları gelişmiş bir vücudun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, hacimlerinde ve işleyişlerinde bir artma görülmezse çocuk, hiç bir zaman bir yetişkin olamaz (Cole ve Morgan, 1975, s.1).
Beden gelişimi, kişinin devinimsel, duygusal ve coşkusal yaşamı ile toplumsal ve zihinsel yaşamını farklı şekillerde etkiler. Bütün bunların sonucunda kişide olumlu ya da olumsuz biçimde kişilik gelişimine neden olur. Be yüzde, bedensel gelişimin kişinin yaşamı üzerinde önemli bir etkisi vardır. Beden gelişimi, çocuğun davranışlarını hem doğrudan hem de dolaylı yollardan etkiler. Doğrudan etkiler; çünkü yaşına göre sağlıklı gelişen bir çocuğun oyun ve spor faaliyetlerinde yaşıtlarıyla eşit koşullarda yarışmasını sağlayan en temel faktördür. Çocuk, iyi gelişmemişse, elverişsiz durum nedeniyle yaşıtlarından geri kalır ve gruptan uzaklaştırılır. Dolaylı olarak etkilemesi ise, çocuğun kendine ve diğerlerine karşı tutumu, bedensel gelişimin etkisi altındadır (Yavuzer, 1996, s.36). Çocuk, anne karnından başlayarak, sürekli bir değişim içinde gelişir (Ülfen, Fidan, 1992, s.5). Bireyin kişiliği üzerinde en çok etkisi görülen gelişme, onun beden gelişmesidir. Kişinin beden gelişmesi, bütün bu organlarda (boy ve ağırlık, iskelet, kas, sinir, bez, sindirim, kan ve solunum sistemleri) hacim, oran ve çalışma bakımlarından sürekli bir değişiklik gösterir. Bu değişiklik de, belli bir biçimde oluşur. Bu gelişim kişinin, devimsel, duygusal ve coşkusal yaşamıyla, toplumsal ve zihinsel yaşamını da derece etkiler. Bunun sonunda, bireyin şu ya da bu biçimde bir kişilik geliştirmesine yol açar. Bu bakımdan, bireyin yaşamında beden gelişiminin büyük önemi vardır. Çünkü, çocuk, beden bakımından gelişmezse, yetişkin hale gelemez. Şimdi iskelet ve kaslar, sinir, bezler, sindirim, kan ve solunum gibi vücudun bütün sistemlerini gözden geçirelim.



2.1.1.İSKELETİN VE KASLARIN BÜYÜMESİ

2.1.1.1.Boy ve Ağırlık Gelişmesi :
Gelişim, baştan ayağa doğrudur. Mesela: çocuğun baş büyüklüğü, boy uzunluğunun ¨'si iken (fetüs evresinin başlangıcında), yeni doğduğu zaman, L'ü ve yetişkinlikte de 1/7'si kadardır (Binbaşıoğlu, 1990, s.62).
Kız ve erkek çocuklar, farklı nispetlerde büyürler; Her birinin kendine mahsus bir büyüme ritmi vardır. Bir erkek veya kız çocukla diğer bir erkek veya kız çocuk arasındaki fark, iki cins arasındaki farkın ortalamasından bir çok kere daha fazladır (Cole-Morgan, 1975, s.38).
Hem kız, hem de erkek çocuklarda boy büyümesi ve ağırlık artması, doğumu izleyen bir kaç yıl içinde ve erinlik öncesinde fazla, ilk çocukluk ile erinlik öncesine yakın yıllarda oldukça azdır. Ağırlık artması en çok 0-3 yaşlık artması en çok 0-3 yaşız, hem de erkek çocuklarda boy büyümesi ve ağırlık artması, doğumu izleyen bir kaç yıl içinde ve erinlik öncesinde fazla, ilk çocukluk ile erinlik öncesine yakın yıllarda oldukça azdır. Ağırlık artması en çok 0-3 yaşlık artması en çok 0-3 yaşartması, erkek çocuklardan daha önce başlamakta ve daha önce bitmektedir. Bedensel olgunlaşma da kızlarda erkeklerden daha erken olmaktadır (Binbaşıoğlu, 1990, s.62).
Kız ve erkek çocuklarda boy, doğumla 6 yaş arasında süratle artar. Ondan sonra, kızlarda 11, erkeklerde 13 yaşına kadar süren bir duraklama devri gelir (Cole-Morgan, 1975, s.4).
Erkek çocuklar, okul öncesi ve ilkokul yıllarında hem boy ve hem de ağırlık bakımından kızlardan biraz üstündür. Erinlik öncesi ve erinlik yıllarında kızlar, hem boy hem de ağırlık bakımından erkeklerden üstündür. Bunun süresi üç yıl kadardır. Çocuklarda bedensel gelişim, "dönemsel" bir süreçtir. Yani, fiziksel gelişmenin düzenli bir hızla değil, belli dönemlerde bazen hızlı, bazen yavaş olmasıdır. Çocuklarda iki yavaş, iki hızlı olmak üzere dört belirgin yürüme dönemi vardır. Doğum öncesi ve doğum sonrasının ilk altı ayı büyüme hızı yükselir. Yaşamın birinci yılının sonunda büyüme yavaşlar ve bunun ergenliğe ya da cinsel olgunluğa kadar süregelen düzenli, fakat yavaş bir gelişim izler (Yavuzer, 1996, s.36).
Bebeklik çağında erkekler, kızlardan daha çok kilo alırlar. Ondan sonra, bu hızın her iki cinste de yavaşladığı ve birleştiği görülür. 10 yaşında kızlar en hızlı büyüme devrelerine girerler, bu devir, 12 yaşına kadar devam eder., bu yaştan sonra hız düşmeye başlar. Erkekler de buna benzer bir hal gösterirler (Cole, Morgan, 1975, s.6). Bebeklikte boy ve kilo süratle artar. Çocuklukta bu hız azaları ve kızlar senede ortalama 2,5cm'den biraz daha az, erkekler ise 2,5cm'den biraz daha fazla bir artış gösterirler. Kızlar, erkek çocuklardan 1-2 yıl önce bedensel olgunlaşma gösterirler. En çok boy büyümesi, ortaokul yıllarına rastlar, bu lisede de sürer. Bununla birlikte lisede daha çok ağırlık artması görülür (Binbaşıoğlu, 1990, s.64)

2.1.1.2.İskeletçe Büyüme:
İskelet gelişmesi; kemiklerin gelişmesi demektir. İskeletin büyümesi, her yönde aynı oranda değildir. Kızlar, iskelet gelişimi bakımından erkeklerden biraz ayrılık gösterirler (Binbaşıoğlu, 1990, s.65).Kızlar, 4 yaşında oldukları zaman iskelet yaşında erkeklerden hemen hemen bir yaş; 8 yaşındayken 1,5 yaş daha önde, ergenlikte ise 2 yaş daha ileridedirler (Cole-Morgan, 1975, s.13).
14 yaşındaki bir kız çocuğunun kemikleri hemen hemen, 17'de tamamen olgunlaşmış durumdadır. Erkeklerin iskeleti ise daha bir süre büyür. Bunun genel olanakta 18-20 yaşlarına kadar, bazı yaşlarda ise 21 yaşına kadar sürdüğünü söyleyebiliriz (Binbaşıoğlu, 1990, s.65).
İskeletin görevi, hareketi dengeli bir hale getirmek ve iç organları korumaktır (Yavuzer, 1996, s.57). Bir bebeğin bilek kemikleri son derecede küçük değil, aynı zamanda son derecede yumuşaktır da. Çocukluk çağında kemiklerin hem boyu, hem yoğunluğu artar. Uzun kemiklerin her biri başlangıçta kıkırdak halindedir. Çocuğun yaşı arttıkça, bu kıkırdaklar kemikleşir (Cole-Morgan, 1975, s.13).
Doğuşunda bebekte 270 adet kemik vardır. Bunar incedir, bükülebilir ve birbirine gevşek bir biçimde bağlıdır. Ergenlikte ise kemiklerin sayısı 350'ye çıkar. Erişkinlikte ise bazı kemikler birleşir ve kemik sayısı 206'ya düşer (Yavuzer, 1996, s.58).

2.1.1.3.Kas Gelişimi
Bebeğin, doğumdaki kas ağırlığının toplam vücut ağırlığına oranı, yetişkinlikteki kas/vücut ağırlığı oranından daha azdır (Senemoğlu, 1997, s.30).Yeni doğan kız olsun, erkek olsun, beden büyüklüğü ile orantılı olarak kas liflerine sahiptir. Baş ve boyuna yakın olan kasların daha aşağıdaki kol ve bacak kaslarına oranla daha önce geliştiği yolunda yaygın bir inanış vardır. Erkek bebeklerin kas doku oranı, kız bebeklerinkinden daha fazladır. Cinsiyet farklılığından kaynaklanan bu üstünlüğü erkekler tüm yaşlarda ellerinde bulundururlar (Yavuzer, 1996, s.58).

2.1.1.4.Diş Gelişimi
Diş gelişimi bakımından da kızlar, erkeklerden bir yıl ileride giderler. Onların dişleri daha erken çıkar ve onun için de dişlerin sayısı her yaşta erkeklerinkinden daha fazladır (Cole-Morgan, 1975, s.20). Dişler, ilk kez 6-7 aylıkken çıkar. 4 yaşına doğru tamamlanır. Bunlara süt dişleri denir. 6 yaşında dişler değişmeye başlar, bu değişme ergenlik yıllarına kadar sürer. Ergenliğin başında da ikinci azı dişler çıkmaya başlar. Süt dişlerinin ilk kez çıkmasında erkekler kızlardan önde giderler, fakat daha sonra kızlar gelişmelerini daha erken tamamlarlar (Binbaşıoğlu, 1990, s.65).

2.1.1.5.Organların Gelişimi
Doğumdan sonra, organların gelişmesi, düzgün bir sıra izlemek yerine, her organ çeşitli zamanlarda ve çeşitli oranlarda büyür ve gelişmenin son evresine de çeşitli zamanlarda ulaşır(Binbaşıoğlu, 1990, s.66). Başın, büyük bir kısmı doğumdan evvel, geri kalanın çoğu, hemen doğumdan sonra büyürken, doğuşta başın uzunluğu, bütün vücudun uzunluğunun ¼'üne eşitken, çocukluk çağında yavaş yavaş büyümekte ve 9-10 yaş arasında büyüme artarak en son hacmini alır (Cole, Morgan, 1975, s.21).
Doğuşta 350 gr olan beyin, yetişkinlikte 1200-1450 gram arasındadır. Beynin ağırlığı ile zeka arasında hiç bir orantı bulunamamıştır (Binbaşıoğlu, 1990, s.66). Kollar ve bacaklardaki bütün kemikler, doğuşta son derece kısa iken, çocukluk çağında da nispeten kısa kalmasına rağmen, tam ergenlikten evvel ve ergenlik esnasında çabucak uzar. Gövde doğuşta nispeten uzun iken, önceleri çabuk, çocukluk çağının geri kalan kısmında ve ergenliğin başlangıcında, az miktarda büyür ve nihayet yetişkinlik yaklaştıkça uzunluğu da artar (Cole-Morgan, 1975, s.21).
Beden gelişimi ile birlikte, bireyin yüzü de değişikliğe uğrar. Bu değişiklik, büyüme süresince genişliğinden çok, uzunlamasına olur (Binbaşıoğlu, 1990, s.67).

2.1.2.Fizyolojik Gelişim
Fizyolojik gelişme, etkisini daha çok kalp, solunum, sindirim, sinir ve bez sistemlerinde kendini gösterir. Bu sistemlerdeki değişmeler, çocuğun davranışlarının şu ya da bu biçimde koşullanmasına yol açar (binbaşıoğlu, 1990, s.67). Çocukta nabız sayısı 100, hatta daha fazla iken bu miktar eok kalp, solunum, sindirim, sinir ve bez sistemlerinde kendini gösterir. Bu sistemlerdeki değişmeler, çocuğun davranışlarının şu ya da bu biçimde koşullanmasına yol açar (binbaşıoğlu, 1990, s.67). Çocukta nabız sayısı 100, hatta daha fazla iken bu miktar eok kalp, solunum, sindirim, sinir ve bez sistemlerinde kendini gösterir. Bu sistemlerdeki değişmeler, çocuğun davranışlarının şu ya da bu biçimde koşullanmasına yol açar (binbaşıoğlu, 1990, s.67). Çocukta nabız sayısı 100, hatta daha farsizdir. Bu da bir olgunlaşma işidir ve zamanla olacaktır. Çocukta ve ergenlik çağında, gelişimi etkileyen en önemli etken, iç salgı bezleridir. Bu bezlerin gelişmesi, doğumdan önce birbirine eşit olduğu halde doğumdan sonra, birbirlerinden çok ayrılık gösterirler. Büyümeyi sağlayan timus bezi, çocukluk yıllarında hız
2.1.2.1.Bebeklik Döneminde (0-2 Yaş) Fiziksel Gelişim
Bebeklerin doğumdaki büyüklükleri ve doğumdan sonraki büyüme hızları, onların genel gelişimleri hakkında bize bilgi verir (Yavuzer, 1996, s.55).
Doğum öncesi gelişimden sonra, bedensel gelişimin en hızlı olduğu dönem, doğumdan sonraki ilk yıldır. Bu yaşın sonunda çocuk, doğum boyunun yaklaşık yarısı kadar uzamış, muhtemelen 75 cm olmuştur. 2 yaşına kadar ise doğuştaki boyunun üçte ikisini kazanır. Görüldüğü gibi, boyca uzama ilk yıldan sonra giderek azalmaktadır (Senemoğlu, 1997, s.29).
Ortalama olarak erkek bebekler, kızlara göre tüm beden oranları bakımından biraz daha büyüktürler. Doğumdan itibaren başın en hızlı gelişen organ olduğu görülür. Örneğin, doğumda başın bedene olan oranı ¼ iken bu oranın erişkinlikte 1/8'e düştüğü görülür.
Doğumdan 1 yaşına kadar gövde en hızlı büyüyen alanı oluştururken, bacaklardaki hızlı büyümenin bir yaşla ergenlik arasında gerçekleştiği görülür. Bedence büyümenin hızı, sosyo-ekonomik koşullara ve beslenmeye büyük ölçüde bağlıdır (Yavuzer, 1996, s.55).
Ağırlıkça artma da doğumdan sonraki ilk yılda çok hızlıdır. Fakat 2 yaşına doğru bu hızda azalma meydana gelir. Bebek, 6 aylıkken doğumdaki kilonun muhtemelen iki katına, bir yaşında üç katına, 2,5 yaşında ise dört katına ulaşır (Başaran, 1994, s.48). Yeni doğmuş bir bebekte kemikler, kıkırdak halindedir. Kıkırdak dokular, zamanla kemikleşmektedir. Kemiklerin olgunlaşması kızlarda daha çabuk olmaktadır. Kemiklerin olgunlaşma derecesi, kemik yaşı olarak tanımlanmaktadır. Kemik olgunlaşması, normal büyüyen bir çocukta kronolojik yaşa eşittir (Ülgen ve Fidan, 1984, s.42).
Diş tabakaları embriyon döneminde oluşmaya başlamaktadır. Genellikle 5 ve 10.aylar arasında alt kesici dişler öncelikle çıkmaktadır. Birinci yaşın sonlarında ön dişler tamamlanır, nadir hallerde alt veya üt kesici dişlerle doğan bebekler olduğu gibi, 15.ay civarında ilk dişini çıkaran bebekler de vardır. Genetik özellikler ve tiroid hormonu diş gelişimini etkileyen etkenlerin başında gelmektedir (Selçuk, 1996, s.27-28).
6 aylığa kadar solunum sistemi, özellikle burun delikleri ve akciğerler güçlenir ve koordineli hale gelir. Salgıları, organizmanın çalışmasında önemli olan bir çok iç salgı bezi aktif hale gelir. Beyin gelişimini sürdürür. Fetüsün beyninin 28-30.haftalarda ya da 7.-8.aylarda çalışmaya başladığı iddia edilmektedir (Senemoğlu, 1997, s.28).
Yeni doğan bir bebeğin, solunum sistemi, yetişkinlerinkinden farklıdır. Bebek, doğduğunda dakikadaki solunum sayısı, 40-60 iken, 12 ayda solunum sayısı 30-35'e düşer. İlk aylardaki hızlı solunuma kaburga kemiklerinin yatay durumda olması neden olmaktadır (Selçuk, 1996, s.29).
Bebeğin sindirim sistemi ise, anne sütünde bulunan besinleri sindirecek özelliktedir ve midenin hacmi doğuşta 30-90cm3 kadar iken, 2 yaşında 500cm3'e ulaşır. Daha sonra, sindirim sistemi diğer yiyecekleri de sindirecek hale gelir (Senemoğlu, 1997, s.30).
Doğuşta beynin ağırlığı, 300-350 gr arasında değişmektedir. Beyni, henüz tam olgunlaşmamıştır (Selçuk, 1996, s.29). Bebeğin, sinir sistemi de gelişim ilkelerine uygun bir şekilde merkezden uçlara, içerden dışa doğru bir gelişim gösterir. Baştaki sinirler, ayaktaki sinirlere göre daha gelişmiştir. Ayrıca, dolaşım sisteminin gelişi incelendiğinde, bebeğin kan basıncı doğuşta çok düşüktür, altıncı haftadan sonra, artmaya başlar. Kalp, vücuda göre daha büyüktür. Kalp atışı, bebeklikte, yetişkinlerin yaklaşık iki kadardır. Bebeğin boşaltım sisteminin özelliklerine gelince böbreklerin vücuttan zararlı maddeleri atacak güçtedir. Ancak, sidik torbasının kontrol altına alınması, 12-30.aylar arasında gerçekleşebilmektedir (Senemoğlu, 12197, s.30).
İlk iki yıl çocuğun fizik ve zihin gelişimlerinin de hızla ilerlediği bu gelişmelerin temellerinin atıldığı yıllardır. Beslenme ve bakımın yeterliliği, duyu programlarının işlerliliği ve uyarıcı niteliği olan bir çevre ile etkinlik içinde bulunma olanaklarının sağlanası, çocuğun fiziksel olduğu kadar zihinsel gelişiminin de besleyicisidir. Çocuğun fiziksel gelişi ile zihinsel gelişimi arasında sıkı bir ilişki vardır. Toplumumuzun özdeyişlerinden olan "sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur" sözünü, araştırma sonuçları doğrulamaktadır. İlk yıl içinde çocuğun zihinsel gelişimi, duyuların gelişip çalışmasıyla sıkı bir ilişki içindedir. Kas hareketleri ve duyu organları arasındaki işbirliğinin artmasıyla çocuğun zihinsel gelişiminin temelleri atılır. Zihinsel gelişimde, "duygusal-devinim" dönemi olarak adlandırılan ilk iki yıl içinde hareket olanaklarının kısıtlanması ve uyarıcı yetersizliği, çocukta ileri yaşlarda öğrenme güçlüklerine neden olabilmektedir (Gitmez, 1977, s.77).
Çocukların, 17 yaşına kadar olan zihinsel gelişiminin !%50'sinin 4 yaşına, %30'unun 4 yaşından 8 yaşına, %20'sinin ise 8 yaşından 17 yaşına kadar oluştuğu, buna mukabil çocukların 18 yaşına kadar gösterdikleri okul başarısının %33'ünün 0-6 yaş arasında almış oldukları eğitime bağlı olduğu görülmüştür (Milli Eğitim Dergisi, 1996, s.10).

2.1.2.2.İlk Çocukluk Döneminde (2-6 Yaş) Fiziksel Gelişim:
2-6 yaş döneminde bedensel gelişim hızı, 0-2 yaşa göre azalmıştır. Ağırlıktaki artış, birici yaşın sonunda, doğumdaki ağırlığın üç katı olmasına rağmen, 6.yaşın sonunda ancak, yedi katı olmuştur (Senemoğlu, 1997, s.33).
Doğuşta ortalama 3,5 kg olan ağırlık ilk yılda ortalama üç katına ulaşır. İkinci yıl, 3-3,5 kg'lık bir artma göstererek çocuğun ağırlığı 12 kg dolaylarına varır. Bu artış oranı, 2 yaşından sonara git gide yavaşlayarak 3 yaşında 2-3 kg; dört beş yaşlarında 1,5-2 kg'dır (Yavuzer, 1996, s.87).
Dört yaşındaki bir çocuğun boy uzunluğu ise, doğumdaki boyunun iki katıdır. İlkokul çağına doğru, boy uzamana hızı daha da azalır. Daha sonra ergenlik çağında yeniden hızlanır (Senemoğlu, 1997, s.33).
Doğumdan sonra, ilk yıllarda bebek, çok hızlı bir büyüme içindedir. 2 yaşından sonra, büyüme hızı yavaşlamaktadır. 1-2 yaş arasında boy uzaması ortalama olarak yılda 12 cm, 2-3 yaş arasında ise 8 cm civarındadır. 3-6 yaş döneminde de yıllık ortalama boy uzaması 6-8 cm arasındadır. 4 yaşına gelen bir çocuk, doğumdaki boyunun yaklaşık iki misline ulaşmıştır. 4 yaşından sonra, boy uzamasında bir yavaşlama görülmektedir (Selçuk, 1996, s.29).
İlk iki yılda hızlı bir artış gösteren boy uzaması, giderek daha yavaş fakat sürekli bir artış gösterir. İlk yılda 20-25 cm olan boy artışı, ikinci ve üçüncü yılda 10 cm; dört ve beşinci yıllarda 5-6 cm'ye düşer; altıncı ve yedinci yıllarda 10 cm'lik bir artışla hızlanmış gibi görünmesine karşın, ergenliğe kadar ani bir artış kaydedilmez (Yavuzer, 1993, s.87).
Kız çocuklar kemik gelişimi bakımından erkek çocuklardan bir yıl ilerdedir. 3-6 yaşlarında kemikler, tam olarak sertleşmemiştir. Bu nedenle, düşmeleri halinde kemiklerde kırılma görülmez. Kemiklerin sertleşmemiş olmasının zararları da vardır; yanlış duruş ve travma durumlarında kemiklerin biçimi kolaylıkla bozulabilmektedir (Selçuk, 1996, s.29).
Bu dönemde sinir sistemi, gelişimini büyük ölçüde tamamlanır. İki yaşındaki çocuğun beyninin ağırlığı, yetişkin beyin ağırlığının %75'i iken; 5 yaşında %90'a ulaşır (Senemoğlu, 1997, s.33).
İlk diş genellikle, çocuk altı ya da 7 aylıkken çıkar ve 12 tane olan süt dişleri, 4 yaşlarına doğru tamamlanır. Normal olarak da altı yaşına doğru dişlerin değişmesi başlar ve ergenliğe kadar dişlerin sayısı oldukça düzenli olarak bir yerden ötekine artar (Yavuzer, 1996, s.87).
Genellikle 3 yaşına kadar bütün süt dişler çıkmıştır. Bu süt dişleri 6 yaşına kadar çocukların besinleri çiğneme ve sindirmelerine yardımcı olmaktadır. Çocuklar, altı yaşına ulaştıkları zaman süt dişleri düşmekte ve yerine kalıcı dişler çıkmakta olup, kalıcı dişler daimi olduğu için, diş sağlığı açısından çok önemlidir (Selçuk, 1996, s.29).
Kalbin büyümesi, altı yaşına kadar çok hızlıdır. Kalp atış hızı da giderek azalır ve ilkokula başlama yaşına doğru yetişkininkine benzer hale gelir. Solunum sisteminin özellikle de ciğerlerin kapasitesinin gelişimi, bu dönemde oldukça yavaştır. Ancak ergenlik döneminde birden hızlanma gözlenir. Sindirim sistemi, tüm yiyecekleri sindirebilir hale gelmiştir (Senemoğlu, 1997, s.33).
Temel işlevleri büyümeyi uyarmak, beden gelişmesini düzenlemek ve metabolizmayı etkilemek olan hormonlardan timus, birinci yıl boyunca ve ağırlığının en yüksek sınırını kazandığı ergenlikten önceki yıllarda hızla büyür. Tiroid ve paratiroid bezleri ve hipofiz daha düzenli bir biçimde büyür (Yavuzer, 1996, s.87).

2.2. Sosyal (Toplumsal) Gelişim
Diğer insanlara intibak etmeyi öğrenmek, insan hayatının en mühim problemlerinden biridir. Bu öğrenmeyi, rasyonel bir nizama doğru yürütebilmek için insanların ne gibi karakteristiklerinin sosyal tepkiler uyandırdığını, çocukların bu uyarıcıların mana ve ehemmiyetini nasıl öğrendiklerini, bu uyarıcılara nasıl karşılıkta bulunduklarını ve onların bu mukabelelerinin bütün sosyal durum üzerine ne g,bi tesirlerinin olduğun bilmek gerekir (Cole-Morgan, 1975, s.143).
İnsanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi, içinde olduğu sosyal ve fiziksel çevreye uyum sağlamasına bağlıdır. Bu nedenle, sosyal gelişim ve buna bağlı olarak sosyalleşme büyük bir önem taşımaktadır.
Toplumun beklentilerine uygunluk gösteren kazanılmış davranış yeteneği olarak tanımlanabilen sosyal gelişme, geniş anlamıyla bireyin doğumdan itibaren başlayan bir evreyi; dar anlamıyla ise günlük davranış gelişimini kapsar (Yavuzer, 1996, s.49).
Birey, yaşamı boyunca başkalarıyla birlikte bulunmak zorundadır. Bireyin ailede, toplumda, sokakta, işyerinde vb yerlerde başkalarıyla iyi ilişkiler kurmasında, toplumsal kurallara uymasında, kamu görevlerini yapmasında ve haklarını kullanmasında toplumsal gelişimin katkısı vardır (Başaran, 1994, s.129).
Çocukluk yıllarında gerekli olan toplumsal gelişimi sağlayamamış olan kişiler, yaşamlarının ileri ki dönemlerinde topluma karşı bir takım uyumsuzluklar gösterirler ve çevrelerine zarar verirler. Toplumsal gelişim bakımından normal olan bir kişi, her yaşta çevresindeki diğer insanlarla bir sorun yaratmadan yaşamayı bilir. Bu bakımdan, çok gelişmiş olanlarda içinde bulunduğu toplumun önderi düzeyine çıkarlar. Böyle bir kişi, aile ve okul çevresinde toplumsal gelişimin önemi bir kısmını tamamlar. Toplum içine girdikleri zaman da büyük bir inandırma gücü gösterirler. Toplumsal yönden geri ve zayıf olan kimse, topum içinde normal derecedeki insan ilişkilerini bile kuramaz.
Çeşitli ilgi ve tutumlar da kişinin toplumsal gelişiminin bir sonucu olarak oluşur. Karakter ve kişilik özellikleri de bir takım toplumsal şartlanmalarla kazanılır. Bunlar gibi, disiplin olaylarının çoğunun nedeni, toplumsal uyumsuzluktur (Binbaşıoğlu, 1990, s.166).



2.2.1. TOPLUMSAL GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

2.2.1.1. Kalıtsal Etkenler
Sosyal gelişimde kalıtsal etkenler, bireyin bedensel yapısını oluşturan kromozomlar üzerindeki genlerdir. Genler, aracılığıyla, kalıtsal olan beden özellikleri geçerken toplumsal gelişimle ilgili olarak da kişinin içe ve dışa dönüklük gibi yaratılış (mizac) hallerinde geçtiğine inanılıyor. Kimi ailelerin genellikle şen ve şakrak, kimi ailelerin de genellikle içine kapalı yaratılışta oluşu, bu görüşü destekler niteliktedir (Binbaşıoğlu, 1990, s.169).
Kişinin devinimsel gelişimi, geniş ölçüde biyolojik yapıya dayanır. Bunun da kalıtsal etkenler belirler. Devinimsel gelişim yönünden ileri olan bir kimse de toplumsal uyumun daha fazla olduğu görülür. Zeka da sosyal gelişimi etkiler. Zeka bakımından üstün olan kişilerin genellikle toplumsal yönden de üstün oldukları kabul edilir (Binbaşıoğlu, 1990, s.169).

2.2.1.2. Çevresel Etkenler:
Çevresel etkenlerin başında aile ve okul gelir. Aile ve okulda bulunan bireyler, çocuk üzerindeki çeşitli etkileriyle "toplumsal gelişimi" ya hızlandırır ya da yavaşlatırlar. Okul ödevlerinden biri de çocuğun ailede kazandığı toplumsal özellikleri daha bilinçli bir biçimde geliştirmektir. Ailenin toplumsal-ekonomik durumu da çocuğun sosyal gelişimini şu ya da bu şekilde etkiler. Yoksul çevrenin çocukları, toplumsal yönden geri kalabilirler. Bunların, toplumsal görgü ve yaşantıları az olabilir (Binbaşıoğlu, 1990, s.170).
Aile ve okul çevresinden sonra, toplum çevresi de çocuğun toplumsal gelişimini etkiler. Radyo ve televizyonda yapılan bir konuşma, görülen bir olay çocuğun toplumsal gelişimini etkileyebilir (Binbaşıoğlu, 1990, s.170).

2.2.2. Okul Öncesi Çocuğunun Yaşlarına Göre Sosyal Gelişimi:
Okul öncesi çocuğunun sosyal gelişimi yaşlarına göre şu şekilde açıklanır. Arnold Gessel'in yaptığı incelemelere göre toplumsallaşmanın ilk 10 ay içindeki gelişimi şöyledir:
Birinci Ayda:
Çocuğun karşısına geçilip el, kol e yüz hareketleri ile konuşulursa, çocuk, konuşanın yüzüne bakar ve hareketlerinde "kısa bir süre için"1 azalma olur.
İkinci Ayda:
Kendisi ile meşgul olanlara gülümser, elleri ve parmakları ile oynar.
Yedinci Ayda:
Çocuk, çevresindeki tanıdıkları, yabancılardan ayrılır. Aynanın önüne oturduğu zaman, hayaline güler; onunla konuşma hareketleri yapar ve elleri ile oynaya vurur.
Onuncu Ayda:
Giydirilirken, kolunu aldırır ve başını uzatır. Aynanın önünde oturtulup eline birşeyler verilirse, onu aynaya doğru uzatır ve aynadaki hayli üzerinde uygulamaya başlar. Bu toplumsal gelişimin temelidir. Sosyal gelişim gerçekte onuncu aydan sonra başlamaktadır (Yavuzer,1996, s.84).

2.2.2.1. ( 0-2) Yaş Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
Sosyalleşme, bebeğin 3 ay dolaylarında insanla objeler arasındaki farkı görerek ,değişik tepkiler göstermesiyle başlar. Bebekler üçüncü ayda, insan sesi duyduklarında o yöne çevirirler, gülümsemeye gülümsemeyle yanıt verirler, çevrelerindekilerin varlığından duydukları zevkleri gülümseme, tekmeleme ya da el hareketleriyle belirtirler (Yavuzer, 1996, s.84).
Bebekler, ilk 3 ay içinde çevrelerini gözleriyle, kulaklarıyla ve emzirilirken ağızları aracılığıyla tanırlar (Dodson, 1990, s.45).
Diğer bebekleri fark etme, onlara gülme ve ağladıklarında onlara ilgi gösterme 4-5 aylıkken başlar. Bu aylarda bebekler gülümseme ve azarlamalara değişik tepkiler gösterirler, farklı uyarımları kolayca ayırt edebilirler (Yavuzer, 1996, s.84).
Bakma ve dokunma şeklinde başlayan arkadaşlık ilişkileri, altıncı aydan itibaren, giderek daha saldırgan bir biçim almaya başlar.
9.ve 13. Aylar arasındaki sosyal davranış belirtileri içinde, diğerlerinin ses ve davranışlarını taklit etme ve oyuncaklarla birlikte oynama sayılabilir. Oyuncağın başkası tarafından alınması halinde sinirlenme, kavga ve ağlama gibi davranışlar tipik sosyal tepkiler arasındadır. 8-9 aylık olduğunda çocuk başkalarında gözlediği konuşma seslerini, basit davranışları ve jestleri taklit etmeye çabalar. 10.-12. Aylar arasında, aynadaki kendi görüntüsüyle oynar ve görüntüsünü sanki başka bir insanmış gibi öper. 1 yaşına kadar çocuk diğer insanlara, özelikle annesine bağımlıdır. 1 yaşına geldiğinde, çevresini yalnız başına keşfedebildiği halde, çocuk bu dönemde "güven" temeline dayalı anne desteğine gereksinim duyar.
9-13 aylık çocukların oyuncak konusunda birbirleriyle kavga ettikleri görülmektedir. 14-18 aylık çocuklar ise, birbirleriyle dostça ilişkiler kurabilmekte iken, 1,5-2 yaşındaki çocuklar ise, birbirleriyle görüşebilmek olanakları aramaktadır (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
Bebeğin temel güven duygusu; beslenme ve bakım sürecinde anne ile kurduğu yakın ilişki sonucu oluşur. Bu gelişimi olumlu yönde etkileyen sevgi ve yakın temas ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu duygu onun birçok istendik davranışlara yönelmesinde etkili olur. Araştırmalar, bebeklerin de temel güven duygusu geliştirmemiş çocukların ileride ruhsal bozukluklar, aşırı korkular, aşırı kıskançlık, bencillik, sabırsızlık, saldır - ganlık gibi anti-sosyal davranışlar gösterme olasılıklarının fazla olduğunu ortaya koymaktadır (Tan, 1964, s.13).
Temel güven duygusundan yoksun olarak yetişmiş olan çocuklar, ileriki hayatlarında, sosyal ilişki kurmaktan çekinen, kendine güvensiz kişiler olabilirler (Selçuk, 1996, s.48).
Çevresindeki bireylerle giriştiği sosyal etkileşim sonucu, benlik kavramının temelleri atılır. Sosyal çevresi tarafından algılanış biçimi, fiziksel gücünün sınırlamalarının farkına varış, benlik kavramını geliştirir (Geçtan, 1674, s.78).

2.2.2.2. (3 Yaş) Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
Bu dönem, sosyal gelişim açısından kritik bir dönmemdir. Çocukta işbirliği anlayışı gelişerek "biz" zamiri kullanılmaya çalışır. Çocuğun dünyasında oyun önemlidir. Oyuncaklarını zihninde sembolleştirip, onlara kızar, bağırır, okşar ve dakikalarca konuşur. Bu yaştaki çocuk, hem yaşıtlarıyla oynamak ister hem de onlarla oyun esnasında problemler yaşar.
Bu yaştaki çocuklar için, kendine güven duygusu ve kendi işini yapmak önem kazanır. 3-6 yaşlarındaki çocuklar, motor becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha fazla katılırlar (Selçuk, 1996, s.50).
2-3 yaş arası, çocuk açısından zorlu bir dönem niteliğindedir. Çocuk,, dengeli değil, genelde isyankardır. Söz dinlemediği gibi, çevresinden yardım da kabul etmez (Yakut, 1997, s.18).
Bu yaştaki çocukta kelime hazinesi zenginleşir ve bu kelimeleri kullanmaya başlar. Bu yaştaki çocuklarda görülen konuşamamanın temel nedeni duygusal baskıdır. Bu yaştaki çocuklara, konuşmasında ortaya çıkan tekrar ve tereddütlere elden geldiği kadarıyla olumlu yaklaşılmalıdır.
Bu yaştaki önemli olaylardan birisi de, çocukta oluşan merak ve öğrenme dürtüsüdür. Bu dürtü çocuğu ulaşabileceği her şeyi incelemeye yöneltir. Annesine, babasına ve çevresindekilere sürekli olarak, "nedir bu ?" merak giderici sorular sorar. Bu dönemde çocuk, diğerlerin varlığını daha kolayca kabul etmekle beraber onlarla işbirliği yapma konusunda büyük güçlükler içindedir. Çocuk daha önceki dönemde ben merkezci bir anlayış içindeyken bu kez, biz merkezli bir anlayış içindedir (Tuncel, 1977, s.78-80).
4 yaşındaki çocuklar, konuk karışlamayı, az-çok öğrenir. "Hoş geldin" derler, akraba ve komşu çocuklarıyla ahbap olurlar. Bu yaşta çocuklar, oyuncaklarını diğer arkadaşlarıyla paylaşırlar; fakat bu arkadaşlıklar da hep çıkarcılığa dayanır (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
4 yaşındaki çocuk, arkadaşlarıyla pek iyi geçinemezse bile, arkadaşlık etmek onun için en önemli olaylardan biridir. Arkadaşlarıyla geçimsizliğinde, 2,5 yaşındaki tutumunu andıran olaylar görülür. Tıpkı, o dönemdeki duygusal aşırılıklardadır: Bu, bakarsızınız, son derece utangaç, çekingendir, bir an sonra değişir ve kurum satmaya başlar. Çocukların çoğu, bu dönemde de 2,5 yaşlarında olduğu gibi belirli alışkanlıklara saplanırlar. Yemek, giyinmek, uyumak gibi konularda sürekli olarak aynı düzenin kollanmasını isterler. Bu düzen, bozulduğu zaman anlayış gösteremez, tam tersine ağlayarak, bağırarak, sorular sorarak tedirginliklerini ortaya koyarlar (Dodson, 1990, s.120-121).
4 yaşındaki çocuklar, arkadaşlık etmeyi, birlikte oyun oynamayı severler. Ne var ki, bu beraberlik hiç de güllük gülistanlık bir ortamda gelişmez. Bu yaşlardaki çocuklar, sürekli olarak birbirleriyle dalaşır, kavga ederler, dövüşürler, birbirlerine ad takarlar, küfür etmeye başlarlar. Hele, kendi aralarında bir grup kurdular mı, başka çocukları yanlarına yaklaştırmazlar. 4 yaş kabalık ve sakınmasızlık çağıdır. Başkalarının duyguları hiç hesaba katılmaz. Çocuk, istediğini, düşündüğünü yapar ve söyler.

2.2.2.2. ( 4 Yaş) Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
4 yaşına gelen çocuk, artık 3 yaşında olduğundan daha sakin, daha uyumlu ve hareketlerini daha kolaylıkla kontrol edebilecek durumdadır. Dört yaş çocuğu sürekli olarak çevresini tanıma çabası içindedir. Be çabasını devamlı olarak sorduğu sorularla açıkça ortaya koyar. Ne, nerede, kim vb sorular sorar. Sorularıyla ilgili olarak kendisine verilen açıklamaları dikkatle izler. Burada yetişkinin vereceği cevapların doğru, onun anlayabileceği açıklıkta olmasının önemi büyüktür. Sorulan sorular, çocuğun ilgilerini, isteğini göstermesi açısından önemlidir. Bu nedenle, "büyünce öğrenirsin" ya da "bana sor, o anlatsın" türünden geçiştirmeler, çocuğun öğrenme isteğini azaltabileceği gibi, onun yetişkine olan güven duygusunu da azaltarak kırıklığa uğramasına neden olabilir.
Toplumsal gelişim yönünden yetişkinleri izleyerek, onların davranışlarını taklit eden, 4 yaş çocuğu, bir yandan yetişkinle olumlu ilişkilerini sürdürürken, diğer yandan kendi yaşıtı olan çocuklarla da daha uzun süre birlikte olmaya başlar. Ancak gruplar henüz çok kolaylıkla dağılabilir niteliktedir. Bu yaş çocuğunda zaman zaman uzmanların paralel oyun adı verdikleri (aynı mekan içinde herkesin kendi oyununu sürdürmesi) oyun türü görülebilir. Oyun sırasında ortaya çıkan çatışmalar, onun için sosyal birer deneyim yerine geçerler. Çocuğun arkadaşlarının isteklerine uymayı öğrenmeye başlaması ve bunun için de kendi isteklerinden fedakarlıkta bulunabilmesi, sosyal gelişim yönünden son derece önemli bir adım olarak nitelenebilir.
2-3 hatta 4 yaşındaki çocuklar, ancak bir kişi ile arkadaşlık kurabilirler. 2-3 yaşındaki çocuklarda "sen, ben" kavramı gelişmiştir. Bu kişinin, kendisini başkalarından iyice ayırdığının bir belirtisidir. Toplumsal gelişim, bundan sonra, hızla artar (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
3 yaşına giren çocuğun, giderek daha olumlu ve dengeli bir birey haline dönüştüğü görülür. Bu evrede rastlanan ani öfke nöbetleri çoğunlukla eşyaya yönelmiştir. Örneğin, yetişkinin "niçin koşuyorsun" sorusuna, çocuk, olayı rasyonalize ederek: "çünkü merdiven koş koş diyor" yanıtını verebilir (Yavuzer, 1996, s.109-110). 1,5-3 yaş çocukları tamamen başkalarına bağımlı olmak istemezler. Teşebbüs ettikleri işleri yaparak, kendilerine olan güvenlerini artırmaya çalışırlar. Yetişkinlerin yaptıkları işe karışmalarını ve müdahale etmelerini istemezler. Eğer, yaptıkları iş, engellenirse, öfkelenip, hırçınlaşırlar. Buna karşılık yetişkinler, çocukları 2 yaşından itibaren toplumun istediği şekilde davranmaya zorlarlar. Çünkü çocuklarının toplum kurallarına uyum sağlayabilen bireyler olarak yetişmelerini ister. Bu kültür aktarımının bir gereğidir. Ancak, ana-babalar, çocuklarına toplumun maddi ve manevi değerlerini sevdirerek ve onların kişiliklerini rencide etmeden aktarmalıdır (Selçuk, 1996, s.49).
Bu yaştaki çocuklarda Piaget'nin de işaret ettiği gibi, toplumsallaşmış dil" çok yavaş oluşan, yavaş yavaş evrimlenen bir olaydır (Tuncel, 1977, s.80).
Çocuk, üç yaşına gelince, oyun arkadaşı aramaya başlar. Annesinden uzaklaşmak, daha bir bağımsız daha bir başına buyruk olmak ister. Bunu sağlamanın en kolay yolu, çocuğu yuvaya yollamaktır (Dodson, 1990, s.130).
2 yaşında başlayan sorgulama ve sorma dönemi, 4 yaşında en üst düzeye çıkar. Bu çağdaki tipik sorunların başında, "ben nereden, nasıl geldim?" sorusu gelir. Çocuğun yaşına uygun olarak kısa, öz ve doğru cevaplar verilmelidir. Bu soruya çocuğun anlayıp, kavrayabileceği bir sadelik ve yalınlıkta karşılık verilmesi en uygun olanıdır. Kesinlikle çocuğu susturmak ve gerçeği yansıtmayan karşılıklar vermek, doğru değildir. Bu konuda anne-babaya önemli görevler düşmektedir (Yakut, 1994, s.18-19).
4 yaş çocuğu son derece açık sözlüdür. Hoşlandığı ve hoşlanmadıklarını rahatlıkla söyleyebilir. 4 yaş çocuğu, somut düşünür. Kelimeleri öğrendiği basit anlamlara göre değerlendirir. Örneğin, "yüzsüz" den,ildiğinde, yüzü olmayan bir insanı anlamaktadır. Bu da yetişkinlerin 4 yaş çocuğu ile konuşmalarında kullandıkları sözcükleri onun anlayabileceği şekilde olmasını ve 4 yaş çocuğunun bulunduğu sırada aralarında yapacakları konuşmalarda dikkatli olmaları gerekli kılmaktadır.
Bu yaştaki çocuk, oyunlarını bir konu çevresinde örmeye başlar. Bebekleriyle, arabalarıyla, trenleriyle, öteki oyuncaklarıyla uzun süreli ve belirli olayların canlandıran oyunlar kurar. Güçlü hareket itisi ve kafasının içindeki belirsizlikler, onu çeşitli yönlere çeker, ne yapmak istediğini, nereye gittiğini kestiremez. Bu tavrı en iyi belirleyecek örnek, kendisine ne resmi yaptığını soran annesine "daha bitirmedim ki, nereden bileyim" diye cevap veren çocuğun yaşadığı olaydır.

2.2.2.4. ( 5 Yaş) Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
5 yaş genellikle canlı, neşeli, hareketli bir görünüm içindedir. Konuşmayı, soru sormayı, hareketli oyunlar oynamayı, masal dinlemeyi ve anlatmayı sever. O, artık daha çabuk karar verir. Kas hakimiyeti gelişmiştir. Düzenli cümleler ile insanlarla olan kişisel ve sosyal ilişkileri artmıştır (Yavuzer, 1996, s.111).
Bu yaştaki çocuk artık arkadaşlarıyla oynamaya ve bir grup içinde kendi yerini bulmaya başlar. Grup yaşantıları yoluyla bilgi edinir.
Bu beş yaş çocuğu annesine ve evine bağlı olmasına rağmen ev onun için pek yeterli değildir. Çevresini genişletmek ihtiyacındadır. Kendi başına hareket etmesi artar ve bu anne-baba tarafından engellenirse, aşırı baskılı bir eğitim uygulanırsa, çocuk bağımsız ve dengeli bir kişilik geliştiremez. Bu nedenle çocuğun kendi başına yapabileceği işlerde yardım etmemeli, yapabileceği işlerde büyüklere yardımcı olmasına fırsat verilmelidir.
5 yaşındaki kızlar, bebekle oynar, resim yapar ve hatta ip atlayabilirler. Bu yaştaki erkek çocuklar ise, daha çok, trencilik, koşma ve yakalama oyunları gibi oynar oynarlar. Oyunlarda birbirlerini taklit ederler (Binbaşıoğlu, 1990, s.172).
Bu dönemde çocuklar gruplar halinde oyunlara girişirler. Çocuklardan biri doktor olur ve hasta olan kız veya erkek çocuğu muayene eder. Gruptaki çocuklar sırayla hasta ve doktor olurlar. Bu oyuna yol açan temeldeki merak bir kez giderildikten sonra oyun, çekiciliğini kaybeder ve artık oynanmaz olur.
5 yaşına gelen bir çocuğu şahsi ve sosyal ilişkileri artmıştır. Olaylar karşısında soğukkanlıdır. Dikkatli ve kararlı bir tutumu vardır (Yakut, 1997, s.19).
5 yaşındaki çocuk, her yönden denge içindedir. Kendi kendine yeterliliği ve çevre ile uyumu vardır. Kendine güvenir, aynı zamanda karşısındakilerle de başkaldırmadan uzlaşabilir. Dikkatli, anlayışlı, sezgi ve algılarında güçlüdür. Nazik, düşünceli, cana yakındır (Dodson, 1990, s.124).
5 yaş çocuğunun belirginleşen kişilik özelliğini de dikkate almak gerekir. İçinde bulunduğu yer ve zamanla sınırlanan dünyası ona yeterlidir. Düş gücünü kullanmaz. Nesneleri kullanılışlık açısından tanımlar: "kuyu, kazmak içindir" "dondurma yemek içindir" kendisi ve çevresiyle çatışma halinde değildir. Resim yapmaya başlamadan önce, kafasına belirgin bir şey vardır. Yaptığı şeyin içeriği mantıklıdır. Kendi kendini kritik eder. "Bir at resmi çizmek istiyorum ama bilmiyorum" diyebilir. İster oyunda olsun, ister kendisine verilen bir ite olsun, 5 yaş çocuğu başladığı işi bitirmeyi sever, gösterişe meraklı değildir. O, artık daha çabuk karar verir. İnsanlarla olan kişisel ve sosyal ilişkileri artmıştır. Bunun yanısıra kendisine ilişkin düşünceleriyle ailesine, okula ve topluma uyumu belirgin bir biçimde artmıştır. Kritik durumlarda soğukkanlı olmayı başarır. Sokakta kaybolmaz, adresini bilir. Çocuk, gelişimin tüm basamaklarını tamamlamış ve hafif eğilimli bir düzlüğe ulaşmıştır.
5 yaş çocuğu kendi kendine yeter, sosyaldir, kendinden emindir. Şekilci ve uyumludur. Rahat ve ciddidir, dikkatli ve kararlıdır. Nazik bir dosttur. Üstün bir kişi değilse bile, üstün bir çocuktur. 3 yaşın ilerlemiş bir biçimidir.
5 yaşın sonlarına doru, çocuklarda düşünerek hareket etme davranışları görülür. Çocuk, zaman zaman ciddileşir; artık toplum düzeninin ayrımına varmıştır. Bu zamanda çocuk, toplumdan aileye doğru bir kaçış gösterir. Onun için, aile en güvenilir bir yerdir. Bu durum, adeta bir "toplumsal bunalım"dır. Oyun çağında aile bireylerinin çocuğa gösterecekleri ilgi, çocuğun oyuncak durumu, özellikle kendi yaşındakilerle oluşan ilişkileri, çocuğun toplumsal gelişiminin biçimini belirler. Buna çocuğun toplumsal gelişiminin biçimini belirler, çocuğun karıştırdığı resimli kitaplar da yardım eder.

2.2.2.5. 6 Yaş Çocuğunun Sosyal Gelişimi:
Bu yaş çocuğu etkin, atılgan, coşkulu, amaca yönelik davranışlar sergileyen, zaman zaman düşünceli kararsız, bir kişilik yapısına ve bağımsız bir ruh yapısına sahiptir. Hala annesinin ona verebileceği bakım, rahatlık ve güvene büyük ölçüde ihtiyaç duyar. Akıllı bir anne çocuğunun sıkıntılı durumlarında; mutluluğunu paylaşmada; güven vermede; meraklarını gidermede; rehberlikte onun yanında hazır bulunmalıdır. Onun perişan, utangaç ve bozgun olduğu durumlarda çoğu kez yalnız anne ona cesaret vererek ona yardım ederek olaylardan olumsuz bir biçimde etkilenmesini önleyebilir.
4-6 yaşlarındaki çocuk, "soru çağı"ndadır. Bu zamanda çocuk, her şeyin "neden" ve "niçin"ini öğrenmek ister. Bu davranış, çocuğun zihin gelişimi kadar toplumsal gelişimini de etkiler. Soru sormanın iki nedeni vardır:
1. Gerçek bir merak ve öğrenme isteği,
2. "Dikkati çekmek" düzenleşimi
Birincisi, "zihin gelişimi"1 ile, ikincisi de "toplumsal gelişim"le ilgilidir. Dikkat çekme isteği, benliğin geliştiğini gösterir (Binbaşıoğlu, 1990, s.173).
3-6 yaşlarındaki çocuklar, motor becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha fazla katılırlar. Bunun yanısıra araştırma be merak duygularını tatmin etmek için çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerde başarısız olurlarsa suçluluk duygusu geliştirebilirler. Çocuğun yaptığı işlerin yetişkinler tarafından engellenmesi, ana-babanın yanlış eğitim yöntemleri kullanması da suçluluk duygusuna yönelten etkenler arasındadır (Seçuk, 1996, s.50).
6 yaşındaki çocuk, kararsız ve tembel bir kişilik sergiler. Bu davranışlar, bir geçiş dönemini oluşturur. Artık, okul çağı başlamıştır. Bu dönemin belirgin özelliği, grup oyunlarıdır. Daha önceleri tek başına sürdürülen oyunlar, grup oyunlarına yerini bırakmıştır (Yakut, 1997, s.19):
Somut düşünce biçiminin giderek elde edilmesiyle birlikte dikkat süresi uzayan iyi bir dinleyici olmaya başlar. Çevredeki tehlikelerin daha çok farkında olan bu yaş çocuğu uzun süre evden uzak kalmaya hazırdır. Bu yaşta ilköğretim için gerekli gelişim düzeyine, genellikle ulaşılmış ve ön yaşantılar kazanılmıştır.
Çocuğun eğitiminde önemli olan ana-baba ve ona bakan eğitim ile ilgilenen yetişkinlerin onu sevmesi gelişimini rahatça sağlayabilecek şekilde özgürlük ve güven vermesi her türlü yapıcı yardımı sağlaması, anlayış göstermesidir.
Bu devrede çocuğun hayal gücü çok gelişmiştir ve ruhsal durum içinde sık sık yalan söyler, haşarı ve yaramaz olur. Ebeveynlerine çok az düşkün olurlar ve daha az bağımlı olurlar. Oyunlarında rekabet havası eser ve diğerlerinden daha üstün olma çabası içindedir. Bu durum bağımsızlık ve kendine güven yönünden önemli bir aşamadır (Öztürk, 1983, s.4-8).
4-6 yaş arası çocukların oyunları, 2-3 kişilik küme oyunlarıdır. İlk çocukluk yılarında çocuğun çevresini ana-baba ve eğer varsa, kardeşler oluşturur. İlk sosyalleşme belirtileri aile çevresinde atılırken, ilkokul çağına doğru aileye olan ilgi çevreye kaymaya başlar. Bu dönemdeki çocuğun sosyalleşmesini etkileyen en önemli faktör, çocuğun arkadaş çevresidir. Aile, çocuğu, ilkokul çağına kadar olan dönemde sıkı bir denetim altında tutmuşsa, çocuğun sosyalleşmesi biraz daha zor olur. Çocuklarda sosyalleşmeyi sağlayan en büyük etkenlerden biri de akranlarıyla birlikte oyun oynamasıdır.



SONUÇ
Çocuk yetiştirmek oldukça meşakkatli, ancak bir o kadar da zevkli bir iştir. Çocuk gelişimi, ilk adımla başlayıp, konuşmayı öğrenme ve oyunla dünyayı kavramayı içeren uzun bir süreçtir. Ana-babalara düşen görev, bu sürecin her aşamasında aynı dikkati ve sabrı göstermektir.
Okul öncesi çocuğunun gelişimsel özellikleri evrenseldir. Ancak, çocuk, sadece doğuştan getirdiği yatkınlıklar ve gelişimsel özellikler doğrultusunda, gelişimini sürdürmez. Yaşadığı sosyal ve kültürel çevre, bazen olumlu, bazen de olumsuz yönde onun gelişimini etkiler. Dolayısıyla çocuklar, hemen hemen aynı yaşam diliminde olsalar bile, bireysel farklılıklar ve çevrenin donanımıyla ilişkili olarak farklı gereksinimleri olan çocuklar olabilirler. Bu noktada çocukların yaşamlarını yönlendirmede çok kritik bir dönem olan okul öncesi eğitim kapsamındaki programların önemini göz ardı etmek mümkün değildir Merkezi bir programda çocukların bu gereksinimlerinin ideal öçlüde karşılanması, söz konusu olmayabilir. Çocukların çevreye uyumu, öğrenme ortamına ilgisi ve öğrenme başarısı açısından, kendi gereksinimleriyle uyumlu, bütünleşen bir programdan yararlanmaları önemlidir.
Okul öncesi eğitim aşamasında çocuklara sunulan program, çocuğun gelişimini tüm alanlarıyla destekleyen ve geliştiren hedefleri kapsamak durumundadır.
Çocuklar, değişen ve gelişen toplumun gereksinimleri doğrultusunda, her gün başka bilgi kaynaklarıyla karşılaşmaktadır. Programlar, çocuğa güncel ve entelektüel bilgiye ulaşma şansını vermelidir. Program, çocukların gelişim özelliklerini, ilgi ve gereksinimlerini karşılamayı başarır ise, beklenen ideal hedeflerine ulaşabilir.
Çocukların gelişimlerinde en önemli görev, ebeveynlere düşmektedir. Doğumdan itibaren çocuk, etrafını saran fizik ve sosyal çevreye uyum savaşını verirken, bu çabasında en büyük desteği, anne ve babasından alır. Çocuk, kendin,i ifade etmeyi, kendi kendini yöneten bir birey olabilmeyi ailesinden öğrenir. Özellikle anne- baba, çocuğun kişiliğinin oluşumunda temel rolü olan özdeşim modelleridirler. Çocuk, bu özdeşim modellerini kendilerine örnek alır ve adeta onların yaşam biçimlerini taklit yoluyla öğrenir.
Bu öğrenme süreci içinde onun sevgiye, güvene yani çevresindekilere inanmaya, bağımsızlığa ihtiyacı vardır. Anne ve babaların, çocukların ihtiyaçlarını dikkate alabilmeleri için doğumdan başlayarak onlarla iletişim kurmaları gerekir. Bu iletişim, doğumdan sonraki ilk olan duygusal doyumla kurulur.
Çocuk yetiştirmede ana-babanın eğitim seviyesi de son derece önemlidir. Ebeveynler, bilgisiz yetersiz oldukları ve çocuklarına karşı yanlış tutumlar sergiledikleri sürece çocukların özbakım becerileri gibi en temel becerilerden bile yoksun olabildikleri ve kardeşler arasında çatışmaların yaşandığı görülmektedir. Çocuk yetiştirme konusunda bilgisiz olan anne, yeni doğan bebeğine nasıl müdahale edeceğini, ihtiyaçları konusunda neler yapacağı, yapsa bile yanlış yapacağı ihtimali yüksektir. Bebeğini, sıkı sıkıya kundaklayarak onun bedensel gelişimine zarar verecektir. Kundak, bebeğin yürüme ve oturma gibi hareketlerini geciktiriyor. Kalça çıkığı gibi fiziksel bazı bozukluklara yol açabiliyor. Bebeği kundak yapmak yerine mümkün olduğunca serbest giyindirip, daha fazla hareket etmesinin sağlanması, bebeğin ruhsal sağlığı açısından da önem taşıyor.
Çocuk gelişiminde çocuğu uzaktan belirli bir kontrol yaparak hareketlerinde serbest bırakmak, önemlidir. Aksi halde çocuğun bedensel ve ruhsal yönden baskı hissetmesi, gelişimini olumsuz yönde etkiler.
Çocukların eğitimlerinde bu gelişim özellikleri dikkate alınarak, sevgiye uygun eğitim verilmeye çalışılırsa, daha başarılı olunacaktır. Ayrıca kişilik özelliklerinin5-6 yaş civarında belirlendiği konusunda, psikologlar arasında genel bir kanı vardır. Bu bakımdan, çocuk yuvaları ve anaokulları, çocuk gelişiminin ilk yıllarında iyi bir denetim altında tutulursa yararlıdır. Çocuğun, aile çevresiyle ilgisini kesmemek, bu bakımdan yapılacak işlerin başında gelir.



GENÇLERLE İLETİŞİM NASIL KURULUR?

GENÇLERLE İLETİŞİM NASIL KURULUR?

İletişim,nitelikleri ne olursa olsun iki sistem arasındaki bilgi alış verişi olarak tanımlanabilir. Burada en önemli olan nokta iletişimde bilgi aktarımının iki yönlü olmasıdır. Bilgi aktarımı tek yönlü ise bilgilendirme,çift yönlü ise iletişim olarak adlandırılır. Dolayısı ile bireyler arasındaki her konuşma iletişim olarak tanımlanamaz.
Ana babaların çocuklarına,öğretmenlerin öğrencilerine birtakım emirler verip,karşı tarafın yani çocuklarının yada öğrencilerinin tepkilerini dikkate almamaları iletişim olarak kabul edilemez Anne babalar yada öğretmenler genelde gençlerle iletişim kurduklarını zannederler. Ancak gençler konuşurken ikaz,önerilerde bulunma,hatırlatma,yargılama gibi pek çok iletişim engelleri ile aslında genci dinlemezler.
Bu durumda genç kendini duyulmamış,anlaşılmamış ve kendisi ile ilgilenilmemiş hissederek iletişimi keser.

Peki gençleri dinlerken ne yapmalıyız ?

Sessizce dinlemeli ve bu davranışımızla onu kabul ettiğimizi göstermeliyiz. Karşımızdaki bireyi kabul ettiğimizi hissettirerek bizimle daha fazla şey paylaşmasını sağlamak için sessizlik güçlü bir sözsüz ileti olarak kullanıla bilinir. Hep konuşan biz olursak karşımızdaki gencin duygularını ifade etme özgürlüğünü kısıtlamış oluruz.
Burada bahsettiğimiz pasif dinleme tabi ki tüm iletişim boyunca değil belli aralıklarla gencin kendini tam anlamıyla ifade edebildiği yere kadar kullanılmalıdır. Bundan sonraki aşamada ise karşımızdakini kabul ettiğimizi gösteren, onu anlamamıza yardımcı olan aktif dinleme yöntemidir. Bu yöntemde yargılama ve analize yer yoktur. Aktif dinleme karşımızdaki gencin söylediğini yada söylemek istediğini kendi kelimelerimizle ona geri iletme biçiminde kullanılır.

Bu yöntemin püf noktası kendimizi gencin yerine koyarak " Ben olsaydım ne hissederdim?" diye düşünmek ve gencin ifade ettiği duyguları isimlendirerek yansıtmaktır.
Yani: Fizik dersini hiç anlamıyorum
(Genç ne hissediyor ? zorlanma )
Yanıtımız:
Fizik dersi sana zor geliyor ...
Yargılama,öğüt verme,eleştirme olmadan sadece onun yaşadıklarını göz önüne alarak gencin ifade ettiği duyguyu isimlendirdik.

İyi bir dinleyici olmak için neler yapmalıyız ?

Öncelikle bedensel olarak karşımızdaki kişiyi dinlemeye hazır olduğumuza inandırmalıyız. Elindeki gazeteye bakan, tırnaklarını törpüleyen yada yemek yapmak için koşuşturan bir kişiye hangimiz bir şeyini anlatmak ister ki ? Öncelikle konuştuğumuz kişi özellikle bir çocuk, ön ergen ise onun boy hizasına inerek göz teması kurmalıyız. Yüz yüze olmada en az konuşulan şey kadar yüz ifadesinden de mesajlar alırız.
Gözlerinin buğulanması,yüzün kızarması,gözleri kaçırma gibi pek çok sözsüz mesajı algılayabilmemize olanak sağlar.

Böylelikle söylenen şeyle verilmek istenen mesaj hakkında bilgi sahibi olmuş oluruz.

Genci dinlerken ne gibi iletişim engellerini kullanıyoruz biraz da bunu inceleyelim.
Öğüt verme: Şöyle yapma,böyle yap... Çözüm getirme: Bunu böyle yapmada şöyle yap
Yönlendirme : Üzüleceğine otur da ders çalış
Yargılama : Sen zaten hep kolaya kaçarsın
Eleştirme: Çocuk gibi davranıyorsun
Ad takma : Geri zekalı,aptal
Soru sormak: Neden ?, niçin ?
Araştırmak: O sana ne dedi ?
İncelemek:
Hanginiz önce söyledi ?
Teşhis :
Aslında sen öyle demek istemiyorsun...
Tanı koymak:
Ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum
Tahlil etmek: Aslında senin derdin başka...Teskin: Aldırma boş ver
Teselli etmek :
Düzelir canım, dert etme geçer, üzülme
Konuyu değiştirmek:
Başka şeylerden konuşalım gibi farkında olmadan kullandığımız iletişim engelleri ile karşımızda bize bir sorununu anlatmak isteyen gence:
Anlaşılmamışlık, savunmaya girme, haksızlığa uğradığını hissetme, sorununun aslında önemsiz ve saçma olduğunu düşünme, sinirlenme, direnç gösterme, isyan, çaresizlik, kızgınlık vb. duyguları yaşatırız.
Oysa gencin yukarıda saydığımız pek çok iletişim engelindense en önce dinlenmeye, kabul edildiğini hissetmeye ihtiyacı vardır. Siz hiç bir çözüm getirme durumunda olmadan sadece sessizce dinleseniz bile gençte belli bir boşalıma sebep olacağınız için başarılı olursunuz. Daha sonra aktif dinleme ile sadece ondan aldığınız bilgileri daha sade biçimde ona yansıttığınızda dinleniyorum, kabul ediliyorum mesajını gence verirsiniz. Konuşurken sorununun çözümünü kendi kendine keşfetme olanağını da vermiş olursunuz. Anlaşıldığını, kabul edildiğini, koşulsuz sevildiğini bilen bir gençle iletişim kurmak hiç de zor olmayacaktır. Dolayısıyla sorunlarda kavgaya, isyana, çaresizliğe dönüşmeden rahatlıkla çözülecektir

GENÇLİK ÇAĞI VE SORUNLARI

GENÇLİK ÇAĞI VE SORUNLARI

Mine ÖZKAMALI

Ruhsal Özellikler:

12-21 yaşları arasında geçirilen, halk arasında delikanlılık denen çağın batıdaki adı "Adolescence" dir. Bu sözcük büyüme dönemini tek sözcükle ifade edebilecek bir özetidir.

İlköğretim dönemine raslayan erinlik, ilk gençlik yıllarıdır. Cinsel uyanış ile birlikte yeni ruhsal ve davranış özellikleri kendini gösterir. Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğunun yerini tedirgin, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir genç almıştır. Duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Tepkileri önceden kestirilmez. Derslerine ilgisi azalmıştır. Dikkati dağınıktır. Evde durmak istemez, önerilere aldırmaz, beslenmesi düzensizdir.

İlgileri artmış gelgeç hevesleri çoğalmıştır. Başkaları tarafından nasıl görüldüğünü merak eder. Dinlediği müzik, beğendiği sanat etkinlikleri değişiktir. Uzun uzun düşler kurar. Hatıra defteri tutmaya başlar. Şiir, öykü yazmaya özenir. Yazdıklarında gizliliğe dikkat eder.

Kulaktan dolma ödünç alınmış fikirleri savunur. Büyükleri ile tartışır. Anne babasına karşıt düşünceler ileri sürmeye dikkat eder. Karşı çıkmış olmak için karşı çıkar.

Bu dönem için çelişkili duyuş ve davranış özellikleri olağan sayılır. Bazı gençler çalkantıyı daha az yoğunlukta yaşayıp çabucak uyum sağlarlar. Bazıları ise ileri derecede uyumsuzluklar gösterip bu tür davranışlarda ileri yaşlarda da bulunabilirler. Yinede bu tür davranışların görüldüğü yaşlar 13-15 ilk gençlik yıllarıdır.

Döneme bakıldığında gencin içinde bulunduğu durum kolaylıkla anlaşılabilir. Aniden hızlanan büyüme genci zamansız yakalamıştır. Cinsel dürtüler hissedilmekle birlikte ergen tam anlamı ile hazır değildir. Ana baba ve çevre gence yetişkin gözü ile bakıp ona göre davranış bekledikleri gibi, "daha sen çocuksun" ifadesi ile onu şaşırtabilirler. Çünkü genç büyümek için sabırsızlanmakta ise de bir türlü çocuksu davranışlardan kurtulamamaktadır.

Ergenlik döneminde genç yeni arayışlar içindedir. Bu arayışların ilki ve en önemlisi kimlik arayışıdır. İşe ilk önce ana babasını görmezlikten gelmekle başlar. Çocukluk yaşlarında nerede ise tanrılaştırdığı babanın fikirleri eskisi gibi ilginç değildir. Gücü kuvveti önemsenecek gibi değildir. Çok az şey bilir. Ancak bu duygular ergenliğin sona ermesi ile kaybolur. Genç ana babasını gerçekçi duygularla değerlendirmeğe başlar.

Yeni bir kişilik bağımsız olmakla şekilleneceğinden genç bağımsız olmaya büyük önem verir. Evden kopar, çevresinden uzaklaştırdığı ana-babasının boşluğunu doldurmak için yeni ilişkilere yönelir. Bir genç için dolup taşan enerjisini en iyi değerlendirme yolu spordur. Genç hem spor yapar hem de kendisini yaşıtları ile karşılaştırma fırsatı bulur. Yaşıtlarının da benzer problemlerinin olması gençler arasında gruplaşmalara yol açar. Bir grup içinde olmak gence güven verir. Onaylamasa bile grubun bazı davranışlarına katılır. Gençler için en büyük tehlike içinde bulunduğu grubun kötüye kullanılmasıdır. Bu konuda ana babaya düşen görev genci evde fazla sınırlamamak olmalıdır. Çünkü bunalan genç dışarıda daha etkin arkadaşlarının peşinden gidebilir. Evinde kabul gören delikanlı zamanla ailesine daha kolay bağlanır.

Gençlik çağı beğenilerin, özenmelerin, tutkuların, hayranlıkların çok olduğu bir dönemdir. Ergenler bir yandan bağımsızlıklarını kazanmaya çalışırken bir yandan da benzeyecekleri örnekler ararlar. Modellerinin meziyetleri kadar kusurları da örneklenir. Ancak model sık sık değiştirilebilir, her örnekten alınan bir yan gencin kişiliğine bir ilave yapar. Bu nevi denemeler ergenlik sonuna kadar sürer.

Çalkantılı bir dönem olarak anlattığımız ergenlik hep uyumsuz davranışlarla dolu değildir. Olumlu duyuş ve düşünüşler de bu dönemin özelliğidir. Örnek olarak genç soyut düşünme, yaşanmamış olguları sembollerle ifade etme yetisini kuvvetlendirmiştir. Her şeye olur olmaz karşı çıkarken eleştiri ve yorumlara yönelir. Her şeyi bir anda düzeltecek kolay çözümler arar. Bunun için çabuk kandırılabilir. Sonuçta kendisi ve toplum için zararlı olacak davranışlarda bulunması en büyük tehlikedir.

Ruhsal Problemler:

Ergenlik döneminde ruhsal sorunların olması bir dereceye kadar normaldir. Yapılan araştırmalar bu çağ gençlerinin %15'inin uyum problemleri olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu uyumsuzluklar bu dönem davranışlarının aşırıya götürülmesi ile ortaya çıkar. Örnek olarak bağımsızlık isteği gencin ailesinden kopması ile sonuçlanabilir.

Evinde uyumsuz olan genç bu uyumsuzluğunu okula da yansıtır. Derslere ilgisi azalır, başarısı düşer. Hep bağırır çağırır, kırar döker. Bu davranışları art niyetli önderler vasıtası ile saptırılıp hırsızlığa, zararlı eyleme, toplum suçlarına yöneltilebilir. Gençler toplum kurallarını hiçe sayıp kural dışı yaşamak isterler. Kız erkek ilişkilerinde aşırı serbestliğe yönelirler. Bazıları için dönemin bir çeşnisi olabilecek davranışlar bazıları için devamlı bir tutku halini alır.

Ailesi ve çevresi ile çatışmaya düşen genç aşırı baskılar altında bunalır. Sonuçta kendisine yönelen kötü bir söz veya davranış intihar girişimine neden olabilir. İntihar girişimi gencin mutlaka depresyon içinde olduğunu göstermez. Ancak girişim tekrarlanırsa yoğun bir ruhsal çöküntü olasılığını arttırabilir.

Bazı gençler topluma karışıp bağımsızlıklarını elde etmek yerine, çeşitli nedenlerden dolayı, içe kapanırlar. Yetenekli olanlar yeteneklerini geliştirip yaratıcı olabilirler.

Bazı gençler de cinsel kimlik kazanmakta zorluk çekerler. Bu zorluk geçici olabileceği gibi kalıcı cinsel problemlere neden olabilir. Örneğin kendi cinsine yönelip karşı cinse ilgi duymayabilirler.

Suça yönelen gençler:

Bütün dünyada yapılan araştırmalarda 18 yaşından önce işlenen suçların artıp yaygınlaştığı gözlenmiştir. Öyle ki işlenen suç nüfusu artan genç sayısını geçmektedir. Ayrıca suça yönelme yaşı gittikçe düştüğü gibi bireysel suçların yerini toplu suçlar almaktadır. Suç çeşitleri ülkeden ülkeye değişmektedir. Toplumdaki ve değer yargılarındaki hızlı değişme ve gelişmeler, siyasal çalkantılar, toplumdaki eşitsizlikler gençlerin suça yönelmelerine neden olmaktadır.

Son yıllarda ülkemizde suçlu çocuk sayısının arttığını söylemek yanıltıcı olmaz. Neticede geleceği konusunda kuşkuya düşen genç suça yönelmektedir.

Gençlerin suça yönelmelerinde aile içi sorunlar da bu konuda önemli bir neden olarak karşımıza çıkar. Aile baskısı ile bunalan gençler daha çok adi suçlara yönelmeleri kolay olmaktadır. İçlerindeki saldırganlık dürtülerini bir amaca yöneltmiş olmak bir bakıma suçluluk duygusunun azalmasına neden olmaktadır.

Suçlu çocukların çıktığı aileler incelendiğinde bu aileler genellikle ekonomik bakımdan yetersiz ve çok çocukludur. Çocuklar üzerinde ya çok baskılı, dayağa bağlı bir denetim vardır ya da tamamen çocuğa karşı ilgisizdirler. Ailenin durumu ne olursa olsun temel yıkıcılık anne sevgisinin olmayışından kaynaklanmaktadır. Her şeye rağmen anne sevgisi ile yetişen gençler bir bocalama devresinden sonra olumlu davranışlara yönelmektedirler.

Ekonomik durumu yerinde olan ailelerden de suçlu çocuk çıkar. Ancak bunlar çok az sayıdadır. Problemli çocuğun bir suçtan ceza görmesi suçluluğun artmasına zemin hazırlar.

Ailede sevgi bağı bu konuda oldukça isabetli fikir verir. Öyle ki uyumlu ve dengeli gibi görünen ailelerde sürekli kavgalar, ana babanın aksayan yönleri çocuğu suça iterse de sevecen bir annenin çocuğu uyumsuz gibi görünüp okulda başarısız olsa da suça yönelmez.

Birçok batılı ülkelerde çocuk mahkemelerinde çocuğun yargılanmasına değil, gencin haklarına, durumun gözden geçirilmesine öncelik verilir. Gence suçunu ödetmek yerine, toplumun gence olan borcunu ödetmek düşüncesi ön plana geçmiştir.

Kuşaklar arası çatışma:

Yetişkinlerin gençlerden şikayet etmeleri yeni bir olay değildir. Her devirde yetişkinler, gençleri saygısız, aceleci, güvenilmez, tembel olarak nitelemişler, gelecekte kendi görevlerini onlara nasıl devredecekleri konusundaki tereddütlerini belirtmişlerdir. Buna karşılık gençler, yetişkinleri geri kafalı, girişimsiz, çağa uymayan kişiler olarak görmüşlerdir. Gençler, yetişkinliği bilmemekle birlikte yetişkinler dünkü çatışmalarını çabuk unutmuş görünürler.

Bilim ve teknolojinin çağımızda hızlı gelişmesi sonucu her iki kuşak arasında aslında var olan ayrılık, gittikçe büyüdü, yeni boyutlar kazandı.

Çocuklar çağları gereği bağımsızlık isteklerini yerine getirmeye aile büyüklerinin değer yargılarını hiçe saymaktan başlarlar. Kendilerine söz hakkı veren hakçasına bir düzen belirgin ideolojilerdir. Aile düzenini düzeltmeyen genç, toplumsal düzeni değiştirmeye yönelir.

Gençteki yenilik isteği her zaman kötü davranışlarla sonuçlanmaz. Yeni bir kimlik arayışı içinde olan genç yeni ve değişik isteği ile orijinalliklere yönelir. Bazen garip duruma düşebilir ama bazen de yeni akımların, ekollerin yaratıcısı olur. Çünkü yeniyi deneme istek ve cesareti onun en önemli özelliğidir.

Oysa kent yaşamında bile ana babalar çocuklarının bağımsızlık isteklerini bilerek veya bilmeyerek köstekleyip bundan kıvanç duyarlar. Fakat yetişkinlik yaşamında beceriksizleşen evlatlarına şaşkınlıkla bakmalarını anlamak güçtür.

SONUÇ:

Gençlik ve yetişkinlik insan yaşantısında birbirini takip eden iki dönemdir. Yetişkinler coşkunluğun ateşini gençlerden, gençler davranışlardaki bilgiyi yetişkinlerden alabilirler. Bu sağlam bir iletişimle mümkün olur. Bu iletişimi sağlamak yetişkinlere düşer.

Aşırı baskı ve ceza çözüme yaramadığı gibi umursamazlık da tutulacak yol değildir. Gencin bütün isteklerine tepkisinden çekinerek boyun eğmek; iki de bir tokat atmak kadar zararlıdır. En iyisi karşılıklı konuşarak problemi ortaya koyup çözümlemektir. Gerektiğinde ana babası ile bir arkadaş gibi dertleşen genç daha sağlıklı olur.

ÇOCUKTA GÜVEN DUYGUSU

ÇOCUKTA GÜVEN DUYGUSU

Çocuğu doğurmak ve karnını doyurmak önemli değildir. Önemli olan çocuğun
gönlünü doyurmaktır. Farkında olmadan çocuklarımıza karşı öyle sözler
söylüyoruz ki, yıllarca hatta bir ömür boyu sürecek kişilik bozukluklarına ve
özgüven yoksunluğuna yol açabiliyoruz.
Amerika'da bir mucit profesöre, kendisini diğer insanlardan farklı kılan sebebi
soruyorlar, başarısının sırrını söylemesini istiyorlar. Çok ilginç bir cevap
veriyor :
"Başarımın sırrı annemin 6 yaşımdayken bana takındığı bir tavırdır. 6
yaşımdayken buzdolabından süt alırken süt şişesini düşürüp kırdım. Annem olayı
görünce beni dövmedi, kızmadı. Aaaa Henri sütten ne güzel bir göl
oluşturmuşsun. Bu gölde benimle biraz oynamak ister misin?"
Bir süre oynadıktan sonra annem :
"Biliyor musun Henri, herkes kendi yaptığı şeyleri kendisi toplamalıdır. Şimdi
bu süt gölünü temizlemek için benden sünger mi istersin, havlu mu ?"
Elimden geldiğince dökülen sütü temizledikten sonra annem beni bahçeye çıkardı.
Süş şişesinin, düşürmeden nasıl taşınacağını bana gösterdi. Bu olay benim diğer
insanlardan farklı olmamı sağlamıştır"
Evet mucit profesör başarısının sırrını bu şekilde ifade ediyor. Bu olay sadece
ona mahsus bir özellik değildir. Onun annesi büyük bir eğitimcidir. Çocuğunun
kendisine olan güven duygusunu yıkmadan bir şey öğretmiştir. Şunu kabul
etmeliyiz ki, hata yapmaktan korkan bir insan hiçbir şey yapamaz. Çocuğun hata
yapmaktan korkmayacağı bir ortam oluşturmak biz büyüklerin en büyük
görevlerinden biridir. Böylece çocuğun girişimcilik ruhunu öldürmemiş oluruz.
Bugün toplumumuzdaki kişilik bozukluklarının sebebi ailelerin eğitim
hatalarıdır.
Çocuğumuzun hatalarını olabildiğince görmezden gelelim. Onların olumlu
taraflarını fark edip takdir edelim, motive edelim, onore edelim. Japonların
başarı sırlarından biri bir şirkette çaycısından mühendisine kadar herkesin
takdir edilmesidir.
Birkaç gün önce benim de yukarıda anlattığım olay başıma geldi. 8 yaşındaki
oğlum kuruyemişi halıya döktü. Kızmadan toplamasını istedim. Sonra şarjlı
süpürgeyle, daha sonra da deterjanlı bezle halıyı elinden geldiğince temizledi.
Olaydan haberdar olan titiz eşim geldi ve "bu ne biçim temizlik, zaten
elinizden hiçbir şey gelmez, sakar şey" gibi sözler söyledi. Oysa çocuk yaptığı
temizlik için övgü bekliyordu. Dikkat ederseniz bir çocuğa söylenebilecek en
zararlı sözü söyleyen eşim açıklamalarıma aldırış bile etmiyordu. Birkaç gün
önce 7 yaşındaki kızım mutfak musluğunu açık unutmuş ve mutfak göl haline
gelmişti. Bu olaylar aklıma geldi ve hiç kızmadım. Mutfağı temizleyip kurutup
eski haline getirmem saatlerimi, günlerimi aldı ama ben de bu arada kendime
hakim olarak hiç kızmadığım için kendimi tebrik ettim. Sadece yumuşak bir sesle
"Bundan sonra daha dikkatli ol tamam mı?" dedim.
Birden bir yakın arkadaşımın anlattığı benzer bir olay aklıma geldi:
"13-14 yaşlarındaydım. Evimizin bahçesini uzun süre uğraşarak belledim. Babam
gelince en azından bir aferin demesini bekliyordum. Babam geldi, bahçeye şöyle
bir baktı. Hiçbir şey söylemeden beli eline aldı ve benim bellediğim yerlerin
bir kısmını tekrar belledi. O kadar bozuldum ki anlatamam. Ayakta öylece
yıkılmış bir durumda bir süre kaldım. O sırada karşı komşumuz Fadime Hanım
durumu gördü ve bahçenin yanına gelerek babama "Ya İsmail Abi çocuk ne güzel
bellemiş, niye sen tekrar belliyorsun ki?" Babam anlamazlıktan geldi ve "işte
çocuğun yaptığı ne kadar olacak ki" benzeri bir söz söyledi. Bu olay o kadar
ağırıma giti ki yıllarca unutamadım. İçimde bir ukde olarak kaldı. 7-8 yılsonra
üniversitede öğrenci iken bu durumu en yakın birkaç arkadaşıma anlatarak
rahatladım".
Benzeri bir olayı da şu şekilde yaşamış arkadaşım. Yine kendisi anlatıyor :
"12-13 yaşlarındaydım. Evimiz şehir merkezine uzaktı. Evimizin yakınında market
yoktu. Babam beni çarşıya tavuk almaya yolladı. Otobüsle çarşıya gidip gelmeyi
yeni yeni öğreniyordum. Tavuğu alıp eve gelirken zafer kazanmış bir komutan
gibi gururluydum. Ama tavuğu istenilen şekilde alamamışım. O sırada evde komşu
kızı da vardı. Babam "Gene becerememiş" dediğinde öyle yıkıldım, öyle utandım
ki anlatamam. Bir çölde tek başına terkedilmiş gibi hissettim kendimi. Bu olay
orada kalmadı. Aradan yıllar geçti. Başka bir şekilde üniversitede öğrenci iken
ev arkadaşlarımla tavuk yemeği yapmaya karar verdik. Beni tavuk almak üzere
çarşıya yollamak istediklerinde birden paniğe kapıldım. "Arkadaşlar ben tavuk
almasını bilmem, beni kandırırlar, kesinlikle gidemez, ben beceremem" dedim.
Arkadaşlarım çok şaşırdı ama neticede ben gidemedim. Hatta lokantaya dahi
girmekten çekinir hale geldim. Üniversitede iken lokantaya gitme amacıyla
yurttan çıktığımda lokantada yanlış bir şey yapacağım veya kandırılacağım
endişesiyle lokantaya giremeyerek yemek yemeden geri geldiğim dahi olmuştur.
Görüldüğü gibi yanlış bir söz, yanlış bir tavır, çocuklarımızın bilinç altına
yerleşmekte, onlarda "işe yaramaz, beceriksiz, kendine güvensiz , girişimci
ruhu ölmüş" duyguları oluşturmaktadır. Batıda başarısızlığın kutlama yapılarak
ödüllendirilmesi gibi bir yöntem dahi uygulanmaktadır. Böylece başarısızlık
karşısında çocuğun yıkılması engellenmeye çalışılmaktadır.
Doktorların hatası ölümle veya sakat bırakmakla sonuçlanmakta, ebeveyn ve
öğretmenlerin hatası ise çocukta yetenek kaybı ve kişilik bozukluğu, iletişim
bozukluğu, özgüven yoksunluğu olarak kendini göstermektedir.

*************************************************************
cocuk etkınlıklerı grubuna "erenk" tarafindan gonderilmistir.
*************************************************************
 
GRUP ÜYELERİNİN GÖRÜŞLERİ
 
ibrahim.ibis@bilkom.com.tr
 
cocuk egitimi almayanlar evlendirilmemeli... ??? bence cok yasakci bir yaklasim... cocuk egitimi almayanlar cocuk yapmamali derseniz belki size katilabilirim... bence asil sorun annelerimizden gelen cocuk yetistirme becerilerinin bizim kusaga saglikli bir sekilde aktarilamamasi  ve buyuk ailelerden 
(anneanne ve babaannelerin oldugu) cekirdek alilelere cok cabuk gecmis olmamiz... bence bu beceriler cogunlukla yasanmis tecrubelerden olusuyor ve cogu da kitaplardan okunarak ogrenilemiyor maalesef...
annelerimiz bizim kadar egitimli olmasalarda kendi ailelerinden gelen yasinmis tecrubelere sahiptiler ve kanimca bugunun egitimli (kitap okuyarak yada kursa giderek) annelerinden cok daha iyi idiler...
gunumuz annelerinin bence kendi annelerinden ogrenecekleri cok sey var.
Ibrahim Ibis
ozdenk@stfa.com
Yazılarınızı ilgi ile okuyorum ve size katılıyorum. Bu konuda dikkatinizi cekmek istediğim iki konu var. 
- Birincisi, benzer anıları belki hepimiz yasamısızdır. Ancak bazı insanlar yasamlarının belli bir noktasında bu özguven eksikliğini asıyorlar. Bazıları ise omurlerinin sonuna dek ozguvensiz ve beceriksiz, yetersiz vs. kalıyorlar. Bu engeli asan insanlar sizce bunu nasıl basarıyorlar. 
- İkinci konu ise; ebeveynlerden biri hosgorulu ve destekleyici iken diğeri degilse ne yapılabilir? 
erenk@migros.com.tr
merhaba;
Çocukluktan kalan izleri silmek çok güçtür.Adeta kişiliğimize keskin hatlarla imzasını atarlar.Bu izlerini farkına varmak ,kabulenmek  ve izleri silmeyi azmetmeyle başlar herşey.Ben değişmeyen tek şeyin 
Değişim olduğuna inananlardanım.İnsan "farkına" vardığı; ve istediği her şeyi yapabilir.Bu konuda destek almaktan da çekinmiyorsa;  (ki kabullendikten sonra çekinmez) önünde bir dolu alternatif serilir.
İkinci sorunu ise ben de yaşıyorum.Çocukluğumda bana davranıldığı gibi davranmak istemiyorum oğluma.Düşüncelerinde alabildiğine özgür bırakıyorum.Aklından geçen her şeyi (saçma bile olsa) can kulağı ile dinleyip, değerlendiriyorum.Ancak eşim benim gibi hassas olamıyor. Haklı da biraz zira, o butun gün çocukla ve tahammul sınırı benden daha çok zorlanıyor.Bu konuda, bilhassa yaratclığını ortaya
koyduğu durumlarda, hoşgörülü olma bağlamında anlaşmış olsak ta; nadiren başarıyor bunu.
Ne yapılablir bu konuda ? Ben şahsen bu işin ciddiyetini kavrama ve kenidimizi eğitme yolunda, bir aile psikoloğna gitmek istiyorum.Zira, benim doğru bildiğim şeylerinde yanlış olma olasılığı buyuktur.Böyle bir  desteği her ebeveyn almalı; hatta daha radikal düşünerek diyrum ki; çocuk  eğitimine tabi tutulmayanlar evlendirilmemeli.Birinci maddedki sorunu  düşünün."sonuna
dek ozguvensiz ve beceriksiz, yetersiz " diyorsunuz.İşte böyle bir  nesil zincirleme yetişiyor böylece.
ozdenk@stfa.com>
Eren Bey dusuncelerinizi paylastıgınız icin cok tesekkurler.  Eger bu konuda iyi bir aile pspkologu bulursanız bizlere de onerin  lutfen. Bu konu Turkiye de cok yeni (aile terapisi) ve iyi bir psikolog bulmak  kolay degil. Birinci konuda da sizinle aynı fikirdeyim.
Tekrar Tesekkurler
Ozden
fulya@netas.com.tr
 
Bende size katiliyorum Ibrahim Bey, bu isin kitaplardan kurslardan  filan (yeterince) ogrenilebilecegini zannetmiyorum. Hepimizde panik hissediyorum. Ya iyi anne-baba olamazsam panigi. Oysa bu cok dogal bir rol ve dogal haline birakirsak daha rahat isler. Ornegin eslerden birinin digerine gore daha anlayissiz olma durumu; kaba veya kirici olunmadiktan sonra bu bile cocugumuz icin iyi bir hayat deneyimi
olabilir. Dunyada herkesin ayni fikirde veya ayni anlayislilikta olmadigini, sevginin tum bunlarin uzerinde bir yerden geldigini, anne-babasinin ayni sekilde (birbirinin sevimsiz kopyalari seklinde) davranmak yerine ozgun insanlar oldugunu kavrar cocuk belki de. Bilemiyorum, sakin olalim yeter. Kendi cocuklugumuzu dusunup bize yapilan yanlislari biz cocugumuza yapmamaya calisiyoruz, peki biz bize yapilanlarin hangisinin yanlis oldugunu nerden biliyoruz. Ornegin benim annem problemli bir ortam
olustugu zaman oyle sert bakardi ki gozlerimin icine, ortada problem filan kalmazdi, hersey dururdu birden. Uzun zaman bunun benim cocuklugumun en buyuk zulumu oldugunu dusundum ama olmamasi olasiligi da var. Annem oyle iyi bir nokta bulmus ki ikimizin arasinda, dogru yerde ve dogru anda o bakisi firlatabiliyordu, bagiris-cagiris olmadan. Ben en fazla benim kadar olabilirim. Olabilecegim en iyi anne benim dogal halimde olan ve maalesef ben bazen cok anlayisli ama bazen isten eve yorgun gelmis, bazen sevgi dolu ama bazen kizgin, bazen cok  yaratici ama bazen tukenmis birisiyim.
ozdenk@stfa.com>
İbrahim Bey merhaba,
Aile sistemlerinin bir onceki kusaga oranla cok hızlı bir sekilde degistigine ve bunun bazı yasam becerilerini korelttigine bende  katılıyorum.
Bir yerde okumustum, cocuklar icin en iyi buyume ortamı buyuk bir aile icinde buyuk babalar, buyuk anneler, teyzeler halalar ve bircok torunla (tabiki) ve sokakta, komsu evlerin cocuklarıyla oynayarak gecirilen bir ortam oldugunu yazıyordu. Dusunsenize o ailelerde genc anne babaların buyuklerinin onunde cocuklarını azarlaması bile ayıp kabul edilirmiş.  Ayrıca cocuklar buyukanne ve buyuk babaların yasam tecrubelerini dınlemek ve  hatta onlarla birlikte bazı tecrubeler edinmek fırsatını bulurlarmıs. 
Simdi de bazı cocuklar anneanneleri(vb)  tarafından bakılıyorlar. Ama bence bu aynı sey degil.  
Fakat artık ozellikle buyuk sehirlerde boyle buyuk aileler yok ya da  hızla azalıyorlar. Ustelik kadının calısma yasamına katılmasıyla cocuklar bakıcılara, yuvalara, etut sınıflarına bırakılmıs durumda. Bu durum hem kadınlar/anneler icin hem de cocuklar icin buyuk bır  hendikap bence. Yanı kadınlar, hem ekonomik ihtiyaclar, hem anne olmak, hem de kariyer yapma istegi arasında sıkısmış durumdalar.
Bu konu uzun uzun tartısılacak bir konu aslında. Butun anne babaların  ortak konusu oldugunu dusunuyorum ama belkide bunu duygusal zeka e-grubunda tartısmalıyız. 
Herkese iyi bir haftasonu dilerim.
   

YÜKSEK DUYGUSAL ZEKALI BİR ÇOCUK YETİŞTİRMENİN YÖNTEMLERİ

Yirminci yüzyılın ikinci yarısı, çocukların mutluluğuna karşı daha önce hiç görülmemiş bir ilgiye ve ebeveynlerin gündelik etkileşimlerinin çocuklar üzerinde çok derin bir iz bıraktığını kabul etmemize tanık olmuştur. Son araştırmalar, çocuklarımızın daha zeki olmalarını sağlamakta benzeri görülmemiş bir başarı elde ettiğimizi, ya da en azından çocukların standart testlerde daha başarılı olduğunu gösteriyor.

Yine de, çelişkili bir biçimde, her çocuk kuşağı bir öncekinden daha zeki gibi görünürken, duygusal ve sosyal becerileri adeta zayıflamaktadır. Eğer duygusal zekayı ruhsal sağlıkla ve diğer sosyolojik istatistiklerle ölçersek, bugünkü çocukların önceki kuşaklardan birçok açıdan daha kötü durumda olduğunu görebiliriz.

Kar amacı gütmeyen bir çocuk savunma grubu olan Çocukları Savunma Fonu, Amerikan gençliğinin yaşamındaki bir günün kesitini veriyor. Her gün:

  • Yirmi beş yaşın altındaki 3 genç AIDS nedeniyle ölüyor ve 25 tanesine HIV virüsü bulaşıyor.
  • 6 çocuk intihar ediyor.
  • On sekiz yaşın altında 342 çocuk şiddet suçlarından tutuklanıyor.
  • Ergen annelerden 1407 bebek doğuyor.
  • 2833 çocuk okulu terk ediyor.
  • 6042 çocuk okula silah götürüyor.

Ülkemizde de bu ve buna benzer istatistiksel göstergeler mevcuttur. Bu bulgular rahatsızlık vericidir.

EMPATİ

Çocuklara daha empatik olmayı öğretmenin önemi büyüktür. Güçlü bir empati yeteneği olan çocuklar saldırganlığa az eğilimli, yardımlaşma ve paylaşma gibi sosyal davranışlara karşı daha yatkındır. Sonuçta empatik çocuklar akranları ve büyükleri tarafından daha fazla sevilir, okulda ve işlerinde daha başarılı olurlar. Empatik çocukların, büyüdüklerinde eşleriyle, çocuklarıyla ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde yakınlık kurmak açısından daha yeterli olmaları şaşırtıcı değildir.

Çocuklar kaba, düşüncesiz ve hatta acımasız oldukları zaman, bu "doğal olmayan" davranışın nedenlerini çoğunlukla kendi aile yaşantımızda bulabiliriz. Başkalarını umursayan, onlarla ilgilenen ve davranışları bu duygularla tutarlı olan bir çocuk yetiştirmek istiyorsanız, işte size uygulayabileceğiniz bazı şeyler.

Çocuklarınızdan beklediğiniz düşünceli ve sorumlu davranışlar için "çıtayı" yükseltin
Çocuğunuzun düşünceli, saygılı ve sorumlu olmasını istiyorsanız yapmanız gereken tek şey var: Beklenti çıtanızı yükseltin. Serbestiyetçi ebeveyn olmak kolaydır. Çocuğunuzun yatağını düzeltmek ya da ev ödevini onun yerine yapmak kolaydır. Ancak daha sorumlu çocuklar yetiştirmek için anne-babaların bizzat sorumlu olmaları gerekir, çocukları şımartmanın onlara bir zarar vermeyeceği düşüncesini ebeveynler düşüncelerinden silmelilerdir.

Çocuklarınıza "rasgele iyilik edimleri"ni uygulamayı öğretin
Çocuklara empatiyi öğretmenin en basit ve etkili yöntemlerinden biri, "rasgele iyilik edimleri"ni uygulamaktır. İyilik yaşam boyu elimizdeki en güçlü araçlardan biri olarak ortaya çıkıyor. İyiliğin gücü, bunu umursayan kişilerin kolayca ulaşabileceği, asla azaltılamayacak, her edimle artacak birşeydir. İyiliği bir aile projesi haline getirmeye hemen bugün başlayabilirsiniz. Bir anne-baba olarak ilk önce boş bir defter yaprağına ailenin her üyesi için her gün bir iyilik edimi kaydedin. İyilik edimi, birisi için kapıyı tutmak ya da hasta bir arkadaşa telefon etmek kadar basit olabilir. İyilik alışkanlık olmaya başladıkça, çocuklarınızın bununla yetinemediğini göreceksiniz. Daha yardımseverce davranışlar sergilemek için tarzlarını değiştireceklerdir.

Çocuğunuzun bir toplum hizmetine katılmasını sağlayın
Amerika'da birçok okul, liseden mezun olmanın bir koşulu olarak toplumsal hizmeti zorunlu tutmaya başlamıştır. Son yıllarda Amerika'daki kamusal ve özel okulların sorumlu vatandaşlar mezun etme yükümlülüğünü yerine getirmek için toplum hizmetini şart koşmaları, ailelerin ne kadar başarısız olduğunu gösteren üzücü bir değerlendirmedir. Birçok anne-baba çocuklarına bu değeri aktarsa da, bir etkiye yol açacak tek şey bunu eylem haline dönüştürmektir. Kendinizi ve ailenizi çeşitli projelerde düzenli bir şekilde başkalarına yardım etmekten sorumlu tutmak, çocuklarına hem başkalarına karşı daha ilgili olmayı, hem de sosyal becerileri, işbirliğinin önemini sebatın değerini ve bunu izleyen şeyleri öğretecektir. Tüm bunlar yüksek bir duygusal zekaya katkıda bulunan becerilerdir. Aşağıda bu becerileri geliştiren etkinliklere örnekler bulacaksınız:

  • Bir aşevinde çalışmak
  • Soyu tükenmekte olan türleri kurtarma çalışmalarına katılmak
  • Çevreyi temizleme girişimlerinde yer almak
  • Bakımevindeki yaşlılara kitap okumak
  • Küçük çocuklara derslerinde yardım etmek
  • Hasta çocuklar için oyuncak bebekler yapmak

DÜRÜSTLÜK VE KİŞİSEL BÜTÜNLÜK

Çocuklarınıza dürüstlüğün önemini öğretmek için ne yapabilirsiniz?
Araştırmalar, yalan söyleyen çocukların, anne-babanın sık sık yalan söylediği ailelerden gelmelerinin daha olası olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak, denetimin pek az olduğu ailelerden gelen ya da anne-babanın reddettiği çocuklar çoğunlukla dürüst olmazlar.

Hiç yalan söylemediğini belirtecek ebeveyn sayısı çok az olsa da, yalan söylemenin çocuklarınız üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerinin farkında olmalısınız. Kuşkusuz, çocuklarınıza yalan söylemenin iyi bir nedeni asla yoktur. Bu, onlara herşeyi anlatacağınız anlamına gelmez-bilmeleri gerekmeyen birçok şey vardır- ancak bir şeyler uydurmanın da hiçbir gereği yoktur. Eğer birşey özelse, ya da çocuklarınızın kavrayışını aşıyorsa, onlara sadece bunu söyleyin.

Evinizdeki sohbetlerde dürüstlüğün önemine sürekli değinin. Bunun çocuğunuzun ahlaki eğitiminin bir parçası haline getirmek için dürüstlüğü vurgulayan öyküler okuyun.

Utanç duygusunu kullanmak
Utandırma çocuk eğitimi uygulamalarımızın bir parçası olmalı mıdır? "Olumsuz" ahlaki duygular, ahlak bunalımımıza bir çare olarak kültürümüze yeniden sokulabilir mi? Bu soruların her ikisinin de cevabı, aşağıdaki iki halde "evet" olacaktır:

  1. Utanç duygusu, bir çocuğun utanılacak bir şey yaptıktan sonra hiçbir duygusal tepki göstermediği zamanlarda uyandırılmalıdır.
  2. Utanç duygusu, disiplinin daha az etkileyici şekilleri başarısızlığa uğradığında meşru bir davranış geliştirme stratejisi olarak görülmelidir.

Utanç ve suçluluk duygularının, çocuklarımızın duygusal yaşamlarının normal ve güçlü yönleri olduğunu kabul edersek, aklımıza gelen soru şu olacaktır: Gereksiz yere zarara yol açmadan, çocuklarımızın ahlaki gelişimini pekiştirmek için bunları nasıl kullanabiliriz? Aşağıda, çocuklarınıza dürüst, ahlaklı ve şefkatli bir yetişkin olmanın yolunu göstermek için utanç ve suçluluk duygusunu yapıcı bir şekilde nasıl kullanacağınızı gösteren genel tavsiyeler bulacaksınız.

  1. Kurallara karşı gelindiğinde tutarlı kurallarınız ve tutarlı cezalarınız olsun. Cezalarınız adil, anında ve etkili olmasını sağlayın.
  2. Çocuğunuz başka birini incitecek birşey yaptığında daha sert bir şekilde tepki verin. Örneğin, verilen ödevi zamanında teslim etmiyorsa iyi bir not alma şansını yitirir, ancak bunun sonuçlarına katlanacak tek kişi odur. Çocuğunuzun olumsuz davranışları başka birini incitiyorsa, uygun bir ceza ile birlikte kendi hislerinizi ifade etmekten çekinmeyin. Bu çocuğunuzu üzerse, hemen onu teselli etmeye çalışmayın. Kendini suçlu hissetmek onu bir dahaki sefere düşüncesiz olmaktan alıkoyacaktır.
  3. Özürler üzerinde ısrarla durun. Yazılı özürler sözlü özürlerle birleştirilmelidir. Çocuğunuzun özürü içten değilse, kolayca vazgeçmeyin. Bunun yerine duygusal bir tepki verene kadar daha fazla özür dilemesini isteyin.

GERÇEKÇİ DÜŞÜNME VE ZİHNİMİZİ AÇMAK

Kendini kandırmanın karşıtı gerçekçi düşünmek; yani dünyayı olduğu gibi görüp uygun kararlar ve davranışlarla tepki vermektir.Birçok ebeveyn çocuklarına bu duygusal zeka becerisini öğretmeyi ihmal ediyor, hatta tam tersini öğretebiliyor. Ebeveynler çocuklarını hayatın "katı gerçekleri"nden korumaya çalışarak aslında bu inkarı pekiştirmiş oluyorlar.

Çocukları bir sorundan korumaya çalışmak yerine, durum ne kadar acı verici olursa olsun, dürüst davranarak onlara en iyi yardımda bulunabiliriz. Ebeveynler kendi bakış açılarından gerçekleri ayrıntılarıyla anlatarak çocuklarına durumu açıklarken, insanların duygusal güce sahip olduğunu ve en sıkıntılı bir durumla bile başa çıkabileceklerini öğrenirler. Bu, kesinlikle, onların da aynısını yapabilecekleri mesajını gönderir.

İYİMSERLİK

Çeşitli nedenlerden dolayı, günümüz çocukları kötümser olmaya önceki nesillerden daha eğilimlidir. Kötümserlikteki bu artış, çocukları, depresyonun zayıf düşüren etkilerine ve bununla bağlantılı olarak okuldaki başarısızlık, arkadaşsızlık, hatta fiziksel hastalıklara karşı daha savunmasız hale getirmiştir. Çocuklara iyimserliği öğretmek mümkündür ve bu konuda bir ebeveyn olarak yapılabilecek bir kaç öneri:

Eleştirme Tarzınzı Gözden Geçirin
Ebeveynler çocuklarını nasıl eleştirdiklerini düşünmelilerdir. Eleştiri tarzınız, çocuğunuzun iyimser veya kötümser olmasına önemli etki yapar. Çocuğunuzu eleştirmenin birinci kuralı kesin olmaktır. Dr. Seligman abartılmış suçlamanın çocuğu değişmeye teşvik edecek olanın ötesinde bir utanç ve suçluluk duygusunu yarattığını belirtiyor ve ekliyor; ancak hiç suçlanmamak da, sorumluluğu aşındırır ve değişme iradesini sıfırlar.
İkincisi,iyimser bir açıklama tarzı belirleyin. Sorunları, gerekçelerini belirli ve değişebilir olarak gösteren gerçekçi terimlerle açıklayın.

Örnek Oluşturun
Çocuklar kendilerine ebeveynlerin davranışlarına göre çeki düzen vereceklerdir. Ebeveynlerin iyi ve kötü yanlarını özümseyeceklerdir. Eğer ki ebeveyn kötümserse, çocukları da bu şekilde düşünebilir. Çocuklarda iyimser düşünmenin yararları görülsün isteniyorsa, ebeveynler düşünce tarzlarını değiştirmelidirler.

SORUN ÇÖZMEYİ ÖĞRETMEK

Psikolog Dr. Louise Hart'ın "The Winning Family"'de (Kazanan Aile) açıkladığı gibi, anne-babalar aile içindeki liderlik rollerinin sorumluluğunu üstlendiklerinde, çocuklar için mükemmel örnek oluştururlar. Hart, anne-babaların ailedeki mutluluğu ve bireysel saygınlığı korumak için sergilemeleri gereken altı liderlik özelliği olduğunu anlatıyor:

  1. Vizyonunuz, hedefiniz ve amaçlarınız olmalı
  2. Liderliğinizi etkili bir biçimde iletmelisiniz
  3. Ailenizin amaçlara odaklanmasını sağlamalısınız
  4. Diğerlerinin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalısınız
  5. İlerlemeyi desteklemelisiniz
  6. Başarı beklentisi içinde olmalı ve elde etmelisiniz

Aile Toplantıları
Çocuklarının sorun çözme konusunda iyi alışkanlıklar edinmelerine yardımcı olmanın önemini tartışma konusu edecek az ebeveyn vardır; fakat birçoğu bunu yapmak için zaman ayırmaz. Sorun çözme becerilerine örnek olma fırsatını kesin bir şekilde elde etmenin bir yolu, haftalık aile toplantıları düzenlemektir. Aile toplantılarında bulunmayı -hem anne-babalar hem de çocuklar için-zorunlu kılmak çocuklara bir aile lideri olarak rolünüzü ciddiye aldığınız ve başarıya götüren duygusal ve sosyal becerileri edinmelerine yardım etmek için azimli olduğunuz mesajı verecektir.

Sorun çözme sürecini oluşturduğunuzda, çocuklarınız isterlerse bir sorunu tartışma fırsatına sahip olmalıdırlar. Daha küçük çocuklar bütün aşamalarda yönlendirilmeye ihtiyaç duyacaklardır. Çocuklar, ailedeki önemli konularda anne-babalarına yardım etme şansını elde etmekten hoşlanırlar, onların fikirlerine saygı gösterilmelidir. Sorun çözmenin, her zaman doğru ya da yanlış cevapları içermeyen bir süreç olduğunu unutmamalısınız. Bu etkinlik hem çocuklarınızın duygusal zekasına katkıda bulunur, hem de aile içinde birlik ve dayanışma duygusu yaratır.

KONUŞMA BECERİLERİ

Psikolog David Guevremont, dikkat eksikliği bozukluğu (attention deficit diorder-ADD) olan çocuklarla yaptığı çalışmada bu çocukların çok konuşkan oldukları bilindiği halde, sözlü etkileşimleri başlatmakta zorluk çektiklerini ve diğer çocukların iletişimine tepki vermeye daha az yatkın olduklarını belirtiyor. Konuşma becerilerindeki zayıflık ve diğer sosyal becerilerindeki yetersizlik dolayısıyla, ADD bozukluğu olan çocukların % 50-60'ı, yaşıtları tarafından bir tür sosyal dışlanmayla karşılaşır; bu ise sosyal açıdan daha büyük zorluklara yol açacak olumsuz, saldırgan ve benmerkezci davranışlar sergilemelerini sağlar.

Guevremont, konuşma yeteneklerinde zayıflığın, özellikle çocuklar yeni arkadaş edinmeye çalıştıklarında ortaya çıktığını belirtiyor. Bu çocuklar, diğerlerinin etkinliklerine katılmak ister, ancak yanlış sosyal taktikler seçerler.

Çocuklara daha iyi konuşma becerilerini öğretmek için ne yapabilirsiniz?
Birçok ebeveyn için başlıca engel, konuşmak için zaman bulamamalarıdır. Bazı anne-babalar bunu düzenli olarak uyku vaktinde yapar, diğerleri en azından birkaç akşam yemeğinin telaşsız olmasını ve anlamlı sohbetlerle tamamlanmasını sağlar. Uzun yürüyüşler ya da arabayla bir gezinti baş başa konuşmak için iyi fırsatlar sağlayabilir. Anlamlı sohbetlerin özelliği, iki kişinin düşüncelerini ve hislerini, hatalarını ve başarısızlıklarını, sorunlarını ve çözümlerini, hedeflerini ve hayallerini gerçekçi bir şekilde dışa vurmasıdır.

DUYGUSAL ZEKA HAKKINDA HATIRLANMASI GEREKENLER

  • Çocuklara başkalarına ilgi göstermeyi öğretmek açısından, deneyimin yerine geçebilecek hiçbir şey yoktur; konuşmak yeterli değildir. Belirli duygusal zeka becerileri, özellikle de çocuğunuzun başkalarıyla olan ilişkilerinde gerekli olanlar, sadece duygusal beyne etkili bir biçimde öğretilebilir.
  • Düşünen beynin mantığı ve dili çocuğunuza değerleri öğretmek açısından önemli olsa da, çocuğunuzun davranışlarını başkalarına yardım ve ilgi edimlerine eşlik eden ait olma ve gurur gibi duygular kadar şekillendirmeyecektir.
  • Çocuklara küçük yaşta dürüstlüğün değerini öğretin ve onlar büyürken mesajlarınızda tutarlı olun. Çocukların dürüstlük anlayışı değişir ama sizinki değişmemelidir.
  • Çocuğunuzla ortaklaşa okuyacağınız kitaplar seçerek, güven kurma oyunları oynayarak ve mahremiyeti konusunda değişen ihtiyaçlarına anlayış göstererek, erken yaşlarda dürüstlüğü ve etik kurallarını sohbet konusu yapabilirsiniz.
  • Utanç ve suçluluk, duygusal "kötü adamlar" değildir. Yerinde kullanıldıkları zaman, anne-babaların çocuklarına ahlaki değerleri öğretebilmelerini sağlayan önemli yöntemlerdir.
  • Utanç ve suçluluğun uygun kullanımı çocuğunuzun mizacına bağlıdır ancak sizin bunları kullanmanız çocuğunuzun aile desteğiyle yeniden bütünleşmesini sağlayabilir.
  • Gerçekçi düşünme, kendini kandırmanın karşıtıdır.
  • Kitaplardan alarak ya da yaratarak okuduğunuz örnek öyküler büyük olasılıkla bu beceriyi öğretmenin en iyi yoludur.
  • Ayni şeyi siz de yaparsanız, çocuklarınız sorunları ve kaygıları hakkında gerçekçi bir biçimde düşünmeyi öğreneceklerdir. Acı verici olsa bile, gerçekleri çocuklarınızdan saklamayın.
  • Depresyona, diğer ruh hastalıklarına ve fiziksel sorunlara karşı bir aşılama yöntemi olarak çocuklara daha iyimser olmak öğretilebilir.
  • İyimserlik hem gerçekçi düşünceden, hem de yaşa uygun zorluklarla karşılaşıp bunlara hakim olma fırsatlarından kaynaklanır.
  • Ebeveynler çocukları ile ilişki tarzında daha iyimser olmalıdırlar. Çocuklar için en kolay öğrenme yolu, annesiyle babasının yaptıklarını ve söylediklerini gözlemlemektir.
  • Küçük çocuklar, sorun çözmeyi deneyim yoluyla öğrenirler. Sorunların üzerine atlayıp kendiniz çözmek yerine, onları çözmeye teşvik edin.
  • Aile toplantıları yoluyla ve kendi hayatınızda gerçek sorunları nasıl çözdüğünüzü çocuklarınıza göstererek, evinizde bir sorun çözme ortamı yaratın.
  • Sosyal beceriler öğretilebilir
  • Konuşma becerileri çocukların bireylerle olduğu kadar gruplarla da sosyal ilişki kurmasına yardımcı olur.
  • Konuşma becerileri arasında kişisel bilgileri paylaşmak, sorular sormak, ilgilendiğini ve benimsediğini göstermek de yer alır.

Kaynak:Lawrance E. Shapiro, Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek